3 Ağustos 2012 Cuma

23. SUTRA


ÖNÜNDEKİ BİR NESNEYİ HİSSET. BUNUN DIŞINDAKİ DİĞER BÜTÜN NESNELERİN YOKLUĞUNU HİSSET. SONRA NESNEYİ HİSSETMEYİ VE YOKLUK HİSSETMEYİ BİR KENARA BIRAKARAK, FARK ET.


Önündeki bir nesneyi hisset; herhangi bir şeyi, örneğin bir gül goncası. Ne olduğu önemli değil. Onu hisset. Görmek yeterli değil, onu hisset. Bir gül goncası görüyorsun, ama kalbin tatmin olmadı. Onu hissetmiyorsun. Aksi takdirde ağlamaya başlardın, aksi takdirde gülmeye ve dans etmeye başlardın. Sen onu hissetmiyorsun, sen onu sadece görüyorsun. Ve sadece bu görmek bile neredeyse tam değil. Çünkü hiçbir zaman tamamını görmüyorsun. Geçmiş, beynin bunun bir gül olduğunu söylüyor. Sen onun hakkında her şeyi "biliyorsun", ne de olsa gülleri tanıyorsun, ne olmuş yani? Böylece yürümeye devam ediyorsun. Tek bir bakış senin geçmiş gül tecrübeni uyandırmaya yetiyor ve sen yürümeye devam ediyorsun. Senin bakışın bile tam değil. Gülün yanında kal. Onu gör, sonra onu hisset. Onu hissetmek için ne yapıyorsun? Onu kokla, ona dokun, bunun derin bedensel bir tecrübe olmasına izin ver.
İlk önce gözlerini yum ve gülün bütün yüzüne dokunmasına izin ver. Onu hisset. Gözlerinin ona dokunmasına izin ver, onu kokla. Onu kalbine koy. Onunla sessiz kal, ona dair bir duygu hisset. Her şeyi unut; bütün dünyayı unut. "Diğer bütün nesnelerin yokluğunu hisset." Eğer düşüncelerin hala başka şeylerle meşgulse bu duygu çok derine gidemez. Diğer bütün gülleri unut, diğer bütün kişileri unut, her şeyi unut. Sadece bu gülün orada olmasına izin ver, sadece bu gülün, bu gül, bu gül! Diğer hepsini unut; bu gülün tamamen sana bürünmesine izin ver. Sen gülün içinde boğuldun.
Kolay olmayacak, çünkü biz o kadar da duyarlı değiliz. Kadınlara bu daha kolay geliyor. Onlar daha iyi hissedebiliyorlar. Erkekler için bu biraz daha zor olsa gerek ya da bir şair, ressam ya da bir müzisyen gibi çok gelişmiş estetik bir mantığa sahip olmaları gerek. Onlar eşyaları hissedebilirler. Ama bunu dene. Çocuklar bunu çok kolay yapabiliyorlar.
Kendine doğuştan sevdiğin bir nesne seçebilirsin. Sonra bütün dünyayı unut. Onun varlığının tadını çıkar, onu tat, onu sev, onun derinine in ve onun senin derinine inmesine izin ver. "Nesneyi hissetmeyi bir kenara bırak." Şimdi bu tekniğin en zor şeyi geliyor. Sen diğer bütün nesneleri bıraktın ve sadece bir nesne kaldı. Sen her şeyi unuttun, sadece bir şey kaldı. Ve şimdi nesne duygusunu bir kenara at, şimdi bu nesnenin önünde olduğu duygusunu bir kenara at. Şimdi sadece bu iki duygu var. Bu duygunun dışında her şey var. Şimdi bunun varlığını da bir kenara atıyorsun. Sadece bu gül, bu yüz, bu kadın, bu adam, bu kaya var olduğunda bunu da bir kenarda bırak. Ve bunun duygusunu da bırak. Birden salt bir hiçliğin içine düşüyorsun ve geride hiçbir şey kalmıyor. "Ve böylece fark et" der Şiva. Bu hiçliği fark et. Bu senin doğan, bu gerçek varoluş. Bu hiçe hemen başlamak çok zor olurdu; bu çok zor ve iddialı. Bir objeyi bir araç olarak kullanmak çok daha kolay. Ruhunu ilk önce bir nesneyle doldur ve onu o kadar doldur ki onun dışında hiçbir şeyi hatırlayama. Senin bütün bilincin bu nesneyle dolu. Sonra bunu da geride bırak, bunu da unut.
Aynısı senin bilincinle de oluyor. Sen bir alev, bir ışıksın. Bütün dünya senin objen. Sen bütün dünyayı bir kenara bırakıyorsun ve konsantrasyonun için sadece bir obje seçiyorsun. Senin alevin aynı kalıyor, ama şimdi birçok obje değil, sadece bir tanesi  onun tarafından aydınlanıyor. Ve şimdi onu da düşünüyorsun. Birden sadece ışık var - bilinç. O hiçin üzerine düşüyor. Buddha bunu nirvana diye adlandırdı. Mahavir buna kaivalya, evren bütünlüğü dedi. Upanishadlar buna brahmanın ya da atmanın tecrübesi diyor, "Kim sadece bu tekniği yaparsa, o en yüce olanı fark eder." diyor.

OSHO

20 Temmuz 2012 Cuma

22. SUTRA


DİKKATİN, GEÇMİŞ BİR OLAYI GÖRDÜĞÜN BİR YERDE OLSUN VE BİÇİMİN BİLE, ŞİMDİKİ NİTELİKLERİNİ KAYBEDİP DÖNÜŞSÜN.


Bu tekniğin birçok oynama şekli vardır ve sen kendininki bulabilirsin.Örneğin uyurken, hemen uyumadan önce bütün günün olaylarını tekrar- ama geriye doğru- hatırlayabilirsin. Sabahtan başlama. Tam olarak şu an olduğun yerden, şimdiden, yataktan, son durumdan başla ve sonra geri git. Sonra adım adım, yavaş yavaş geri dön, sabah uyandığındaki son tecrübene kadar. Geri dön ve sürekli kendini kaptırmaman gerektiğini hatırla.
Örneğin öğlende seni biri mi gücendirdi. Kendine, kendi şekline, birisi tarafından nasıl gücendirildiğine bak. Ama sen seyirci kalıyorsun. Sen bulaşma, tekrar sinirlenme. Eğer tekrar sinirlenirsen özdeşleşmiş olursun. O zaman gerçek meditasyonu kaçırmış olursun. Sinirlenme. Diğer kişi seni gücendirmiyor, o öğlende var olan şekli gücendiriyor. Bu şekil artık burada yok.
Sen sadece akan bir nehir gibisin. Şekiller akıyor. Çocukluğunda şimdi artık olmayan bir  şeklin vardı. Bu şekil gitti. Aynı bir nehir gibi sürekli değişiyorsun. Sinirlenme. Birisi seni övdü. Kendini iltifat görmüş gibi hissetme. Olaya sanki tamamen, katılmadan bir film izliyormuş gibi bak. Ve özellikle geriye doğru yapıldığında iyi geliyor, özellikle uykuya dalmada zahmetin varsa.
Neden? Çünkü bu, ruhu rahatlatıyor. Geri döndüğünde ruhun kurulmuş saati dolmuş oluyor. Sabah olunca onu kurmaya başlıyorsun, ruh bir sürü şeye, bir sürü yere karışıyor. Onun içinde birçok şey tamamlanmamış ve bitmemiş olarak kalıyor, çünkü onları hemen işlemek için yeterince zaman kalmıyor.
Sen bu geri sarma tekniğini hayatının tamamında da kullanabilirsin. Geriye gitmeyi başka yöntemlerle de çalışabilirsin. Örneğin yüzden geriye doğru say: 99, 98, 97... Geri git. 100'den 1'e kadar say. Zorlanacaksın, çünkü beynin 1'den 100'e doğru gitmeye alışık, 100'den 1'e, geriye doğru değil.
Bu tekniğe göre herhangi geçmiş bir olaya bakacaksın: O zamanki şeklin ortaya çıkacak. Sutra der ki: "Biçimin..." Sen değil. Sen hiçbir zaman orada değildin. Her zaman sadece biçimin katılımcı, hiçbir zaman sen kendin değil.
Sen beni gücendirdiğinde hiçbir zaman beni gücendirmiş olmuyorsun. Sen sadece biçimi gücendirebilirsin. Benim olduğum biçim sadece burada ve şimdi sizin için var. Bu biçim gücendirilebilir ve ben kendimi bu biçimden sıyırabilirim. 
Sen ne isiminsin ne de biçimin. Sen biçimi ve ismi tanıyan bilinçsin ve bu bilinç başka bir şey, tamamen başka bir şey. Ama bu zor. Geçmiş bir şeyle başla, o zaman daha kolay, çünkü o zaman geçmiş artık senin için o kadar da önemli değil. 
Kendi biçimini mesafeyle izle, uzaktan, ilgisizce ve kendini böylece dönüştür.
Sen dönüştürülüyorsun, çünkü bu derin bir temizlik olayı, kaldırma olayı. O zaman bedeninin, ruhunun, zamandaki varoluşunun senin asıl gerçeğin olmadığını fark edeceksin. Senin öze ilişkin gerçeğin başka bir şey. Olaylar ortaya çıkıyor ve onun yanından geçiyor, sana hiçbir şekilde değmeden. Sen suçsuz, dokunulmamış kalıyorsun. Sen el değmemiş gibi kalıyorsun. Her şey yanından geçiyor, bütün hayatın yanından geçiyor- iyi ve kötü, başarı ve yenilgi, övgü ve suç- her şey yanından geçip gidiyor. Hastalık ve sağlık, gençlik ve yaşlılık, doğum ve ölüm; her şey yanından geçip gidiyor. Ama sen dokunulmamış oluyorsun.

OSHO

17 Temmuz 2012 Salı

21. SUTRA


NEKTAR DOLU BEDENİNİ BİR İĞNEYLE DEL, NAZİKÇE DELDİĞİN YERE GİR VE İÇSEL SAFLIĞA ERİŞ


Bedenin sadece bir beden değildir: O seninle doludur ve bu sen olan da nektardır. Bedenine bir iğne batır. Bedenine bir iğne batırdığında sana değil, sadece bedenine batacak. Ama sen kendine battığını sanıyorsun: Bu, acı hissetmenin sebebidir. Eğer kendini sana değil, sadece bedenine batırıldığına inandırabilirsen acı yerine mutluluk hissedeceksin. Bu bir iğneyle yapılmak zorunda değil; her gün yeterince şey oluyor ve bu durumlar meditasyonda kullanılabilir. Ama bir durum oluşturulabilir de. 
Bedenin herhangi bir yerinde bir acı var. Şimdi bir şey yap: Bedenin tamamını unut. Sadece acıyan yere yoğunlaş. Ve daha sonra o garip şey: Bedenin acıyan yeri küçülmeye başlıyor. İlk önce bacağın tamamıydı, daha sonra sadece diz... Ve sonuç olarak sadece iğne ucu kadar olunca ona bakmaya devam et ve birden o da kaybolacaktır ve sen bir mutluluk hissedeceksin. Acı yerine artık mutluluk dolusun.
Zaten acın varsa o zaman ilk önce onun tamamen yayılımına konsantre olmalısın; bir süre sonra acı yavaş yavaş, bir iğne ucu kadar küçülecektir. Yani iğneyle ilk önce beklemek gerekmiyor: Sen kendine bir iğne kullanabilirsin. İğneyi hassas olduğun bir yere koy.
Kendine daha dokunurken bile hissettiğin hassas bir nokta bul. Sonra iğneyi oraya batır ve batırmayla birlikte git: Önemli olan bu. Meditasyon bu: "Ve nazikçe, deldiğin yere gir." İğne tenine girerken ve sen acıyı hissederken sen içeriye giriyorsun. Acının sana geldiğini hissetme: Acıyı hissetme, onunla özdeşleşme. İğneyle içeriye gir, iğneyle batır.
Gözlerini yum, acıyı izle. Acı sana batınca batıran sen kendinsin.Ve iğne sana batarken ruhun kolaylıkla konsantre olabilir. Acının bu noktasından, yoğun acıdan faydalan ve onu izle:"... ve içsel sağlığa eriş." sözüyle anlatılmak istenen bu.
"Ve nazikçe, deldiğin yere gir." Eğer izleyerek birlikte gidebilirsen, teşhis edilmeden, uzaktan, acının sana değil bedenine battığını hissederek, bu arada sen sadece bir izleyicisin, o zaman içsel saflığa ulaşmış olacaksın. Senin suçsuzluğun sana açıklanacak. İlk defa kendinin beden olmadığını hissedeceksin. Ve beden olmadığını bir kere bilirsen, o zaman hayatın temelden değişmiş olur, çünkü hayatının tamamı bedeninin etrafında dönüyor. Beden olmadığını bir kere bildiğinde o zaman böyle yaşamaya devam edemezsin. Merkez eksik olacak! Eğer beden olmadığını bir bilirsen dünyanın tamamı yok olur. Onu artık tutamazsın. Ruhun yönettiği başka bir dünya yukarıya çıkar; dert ortaklığının, sevginin, güzelliğin, gerçeğin, iyiliğin, suçsuzluğun dünyası. Merkez yerleşti ve artık bedende değil. Bilinçte.

OSHO

12 Temmuz 2012 Perşembe

20. SUTRA


HAREKET HALİNDEKİ BİR ARAÇTA, RİTMİK SALLANMA ARACILIĞIYLA, DENEYİM. YA DA KIPIRTISIZ BİR ARACIN İÇİNDE, KENDİNE GİTTİKÇE YAVAŞLAYAN, GÖRÜNMEZ HALKALAR HALİNDE SALLANMA İZNİ VERMEK.


Bu tekniği yapmak istiyorsan direnç gösterme, hareketlerle birlikte git, kendini de sallandır. Öküz arabasının parçası ol. Ona karşı koyma. Öküz arabası yolda ne yapıyorsa sen de onunla birlikte ol. İşte bu, çocukların yolculukta hiçbir zaman yorulmamalarının sebebi budur.
"Hareket halindeki bir araçta, ritmik sallanma..." Yani birinci olarak: Direnç gösterme. Ve ikinci olarak: Bir ritim oluştur: Hareketleri ritmik olarak yap, onlardan muhteşem bir uyum oluştur. Sokağı unut. Sokağa ve yönetime lanet okuma, onları unut. Öküzü ve öküz arabasını ve sürücüyü lanetleme, onu unut. Gözlerini kapa. Direnç gösterme. Ritmik olarak birlikte yürü ve hareketten bir müzik oluştur, sanki bir dansmış gibi. "Hareket halindeki bir araçta, ritmik sallanma..." Sutra, o zaman tecrübenin sana geldiğini söylüyor.
"Ya da kıpırtısız bir aracın içinde..." Yani kendine şunu sorma: Bir öküz arabasında buna nasıl yaklaşabilirim? Kendini aldatma, çünkü sutra der ki: "Kıpırtısız bir aracın içinde, kendine gittikçe yavaşlayan görünmez halkalar halinde sallanma izni vermek. Kendini daire içinde sallandır. Daire içinde sallan!
İlk önce büyük bir daire yap ve onu daha sonra yavaşlat, onu hep daha fazla yavaşlat, küçük ve hep daha küçük, artık bedenin görülür bir şekilde hareket etmeyene, içinde sadece narin, fark edilmez bir hareket hissedene kadar.
Daha büyük bir daireyle başla, yumuk gözle.
Çünkü sabit sessiz durduğunda harekete geçemezsin. Yumuk gözlerle büyük daireler çiz; sadece otur ve daire çiz. Hep daha fazla sallan ve daireleri hep daha fazla küçült. Dışarıdan bakıldığında durmuş olacaksın, hiç kimse senin hala hareket ettiğini fark edemeyecek. Ama içinden ince bir daire hareketi hissedeceksin. Şimdi artık beden değil sadece ruh hareket ediyor.
Onu hep daha da yavaş yap. Ve öğren: O ortalanacak. Dirençsiz, ritmik bir hareket bir iç ortalamaya yol açıyor. Sadece bir çocuk gibi etrafında dön. Başının döndüğünü ve hemen düşeceğini hissettiğinde durma, devam et! Düşsen bile bırak olsun. Gözlerini yum ve dön. Başın dönecek ve düşeceksin. Bedenin düştüğünde içini hisset! Dönme devam ediyor ve birden ortalanana kadar hep daha fazla daralan daireler haline geliyor.

OSHO

5 Temmuz 2012 Perşembe

19. SUTRA


ELLERİN VE AYAKLARININ DESTEĞİ OLMADAN KALÇANIN ÜZERİNDE OTUR. ANİDEN, MERKEZDESİN.


Bu teknik Çin'deki Taocular tarafından yüzyıllardır kullanılır. Ve inanılmaz ve bir o kadar da kolay bir tekniktir. Bunu dene: "Ellerinin ve ayaklarının desteği olmadan kalçanın üzerine otur. Aniden, merkezdesin."
Bu iki şekilde gereklidir. Öncelikle sahip olmadığın çok duyarlı bir beden. Bedenimiz ölüdür. Bedenimiz sürüklenen bir yüktür; duyarsız bir yük. Öncelikle bedenimizi duyarlı hale getirmeliyiz. Her şeyden önce kalçayı, çünkü kalça bedenin en duyarsız parçasıdır.
Rahatça bir sandalyeye otur ve gözlerini kapat. Sol ya da sağ Elini hisset. Hangisi olduğu önemli değil. Bütün bedenini unut. Sen sol el olana kadar hissetmeye devam et. Böylece el daha da ağırlaşacaktır. O ağırlaştıkça sen de ağırlaşırsın. Sonra elinde neler olduğunu sezmeye çalış. Hangi duyum olduğuna dikkat et. 
Her duyumun, her silkinişin, bütün hareketlerin o an olduğunu hisset. Üç hafta boyunca bunu yap. Günün herhangi bir zamanında on ya da on beş dakika. Sadece sol elini hisset ve bedenini unut. Üç hafta sonunda yepyeni bir sol el hissedeceksin: Çok duyarlı, çok hassas! Elindeki en küçük, en hassas hareketleri bile hissedeceksin. Elle ilgili olanı başardıktan sonra bunu kalçan ile yapmayı dene. Aynı şeyi yap: Gözlerini kapat ve sadece iki tane kaba et olduğunu hisset. Artık sen yoksun. Bütün bilincin kalçana gitmesini sağla. Bu zor değil. Bunu denediğinde harika bir duygu olduğunu göreceksin.: İçinde bedeninin olduğu canlılık duygusu zaten çok mutlu edici bir duygu. Kalçanı hissedebildiğinde -ya da her zaman ne hissediyor ya da biliyorsan- işte o zaman bilincin kalçanla birleşir. 
Bu tekniğe başlamadan önce en az altı haftaya ihtiyacın var; üç haftası elini, üç haftası kalçanı hassaslaştırmak için.
Küvete uzandığında, bedenini unut.Sadece kalçanı hatırla ve hisset. Kalçanın değdiği duvarın karşısına yaslan. Duvarın soğukluğunu hisset. Sevdiğin kişi ya da karın ya da kocanla kalça kalçaya dur. Bu sadece kalçanı yaratmaya yarar, ona duygu getirir. Sonra bu tekniği yap: Yere otur. Ellerinden ya da ayaklarından destek almadan kalçanın üstüne otur. Sadece kalçanın üstünde kal. Sadece kalçanın üzerinde otur.Ve sonra ne olacak? Gözlerini kapa ve kalçanın yere değişini hisset.

OSHO

14 Haziran 2012 Perşembe

18. SUTRA


BİR NESNEYE SEVGİ İLE BAK. BAŞKA BİR NESNEYE GİTME. BİR BAŞKASINA GİTME. BURADA, BU NESNENİN ORTASINDA: KUTSANMIŞLIK.


"Sevgi ile..." Bu anahtardır. Bir şeye sevgi ile baktın mı hiç? Bir şeye sevgi dolu bakmak ne demektir, bilmediğin için, 'evet' diyebilirsin. Büyük bir haz ile bir şeye bakmış olabilirsin; o çok farklı bir şey. Bu tamamen farklı, birbirinin tamamen zıttı. Öncelikle aradaki farkı bulmayı dene. Haz; talihin için ihtiyaç duyduğun şey demektir. Sevgi ise kesinlikle mutluluğunla ilgili değildir. Buna karşılık: Haz bir şeyler almaktır; sevgi ise bir şeyler vermek. İkisi kesinlikle birbirinin tam zıttıdır.
O zaman kişi ne yapmalıdır? Tam bir sevgi ile bakmak için ne yapmalısın? Öncelikle kendini unut. Kendini tamamen unut. Bir çiçeğe bak ve kendini unut. Çiçeğin orada olmasına izin ver. Sen tamamen yok olmalısın. Çiçeği hisset ve bırak çok derin bir sevgi ile çiçek bilincinden aksın. Bir tek düşüncenle bilincinin amacına ulaşmasını sağla. Bu çiçeğe daha fazla çiçek açmasına, daha güzel, daha mutlu olmasına yardım edebileceğin gibi...
Onun için ne yapabilirsin? Bu senin gerçekten ne yapacağınla ilgili değildir; bu nedenle bu uygun değildir. Önemli olan duygudur; bir şeyi yapmak istemektir. bu acı, bu derin sızı, bir şeyi yapma isteği ile çiçek daha güzel, daha canlı, daha renkli olur. bu düşüncenin bütün varlığında yankılanmasına izin ver. Bunu bedeninin ve ruhunun her hücresi ile hisset. Kendini bir cezbediş içinde bulacaksın ve çiçek bir insana dönüşecek.
"Başka bir şeye gitme..." Bunu yapamazsın. Bir sevgi ilişkisi içinde olduğunda bunu yapamazsın. Bu dinleyiciler arasından birini seversen, bütün kalabalığı unutursun; sadece bir yüz kalır. Gerçekten hiç kimseyi görmezsin; aksine sadece bir yüz görürsün. Diğer hepsi oradadır, ama bilinç dışı olarak hepsi bilinçliliğin tam kenarındadır. Onlar değildir; onlar gölgedir. Sadece bir tek yüz kalır. Birini sevdiğinde bu yüzlerden biri kalır. Ve sen de uzaklaşamazsın.
Başka hiçbir şeye doğru gitme: Birinde kal. Bir gülde ya da sevdiğin kişinin yüzünde kal. Orada kal, tam bir sevgi ile, bölünmemiş bir kalp ve duygu ile: "Sevdiğim kişiyi daha mutlu edebilmek için ne yapabilirim?" Burada, orta noktada: Kutsanmışlık. Bu olduğunda, seN yok olursun; sevinç ve tatmin olma ile ilgili düşünceler artık yoktur. Tamamen kendini unutursun ve sadece başkalarını düşünürsün. Diğeri senin sevginin orta noktası olur. Bilincin diğerine akar. Onu derin bir duygu, derin bir sevgi ile düşünürsün. "Onu nasıl daha mutlu edebilirim?" Bu durumda aniden: Burada, orta noktada: Kutsanmışlık. Aniden tıpkı bir yan etki gibi kutsanmışlık sana gelir. Aniden odaklanırsın.

OSHO

17. SUTRA


ZİHNE ALDIRMADAN ORTADA KAL! TA Kİ...



Bu sutra bu kadar kısadır. Her bilimsel formül gibi bu da kısadır, ama bu kısacık sözlerle yaşamın tamamen değişebilir. 
Buda bütün meditasyon yöntemlerini bu sutradan oluşmuştur. Onun yolu "Majjihim Nikaya", yani orta yol olarak bilinir. Buda şöyle der: "Her zaman ortada kal, her şeyde."
"Zihne aldırmadan..." Bunu duyarsın, bunu anlarsın, ama zihin bunu anlamaz. Zihin her zaman en uç noktadakileri seçer. Uç noktada olanlar zihin için birer büyüdür. Neden? Çünkü ortada ölür. Bir sarkaca bakın. Sarkaç uç noktalara gitmediği sürece gün boyunca gidebilir. Sola gittiğinde sağa gitmek için itme kuvveti toplar. Sağa gittiğinde gerçekten sağa gittiğini düşünmemelisin; sadece sola gitmek için itme kuvveti topluyordur. Uç noktalar da sağdır, soldur, sağdır, soldur. İtme kuvvetlerini ortada toplarlar. Sarkacın ortada hareketsiz kalmasını sağla. Bütün kazanılan kuvvet kaybolur; artık sarkacın hiç enerjisi kalmamıştır, o zaman enerjisi uç noktalardan gelir. Ve bu uç noktalar birinden diğerine doğru gider; bu bir döngüdür. Sarkaç sürekli hareket eder. Sarkacı ortada tut; o zaman hareket sona erer. Bütün gün boyunca gözlemlersen zihninde sarkaç gibi olduğunu görürsün. Bir şeye bir uç noktada karar verirsin, sonra bir diğerine gidersin. Kızgınsındır, ama sonra pişman olursun. Karar verirsin: "Hayır, bu kadar yeter. Artık bir daha asla kızgın olmayacağım." Ama ordaki uç noktayı göremezsin. "Asla" bir uç noktadır. Bir daha hiç kızgın olmayacağını nasıl bilebilirsin? Ne demek istiyorsun? Bir kez daha düşün. Asla? O zaman geçmişe bir dön ve bir daha asla kızgın olmayacağını söylediğin zaman, kızgın olduğunda bir uç noktadan diğerine gitmek içim itme kuvvetlerini topladığını unutuyorsun.
Bu sutra bütün yaşam için geçerlidir. bu sutrayı sadece birkaç kez deneyemezsin. Bilinçli olarak her zaman yapmalısın. Bir şey yaparken, bir yere giderken, yemek yerken, ilişkilerinde her şeyden önce ortada kal. Bunu olabildiğince az dene, o zaman sanki içinde belli bir yer oluşuyormuş gibi huzura kavuşursun; içinde huzurlu bir merkez büyür.
Tam olarak ortada olmayı başaramasan bile ortada kalmayı dene. Zamanla "orta"nın ne demek olduğunu anlayacaksın. Her zaman bir aradadır, nefret ya da sevgi, kızgınlık ya da pişmanlık; her zaman zıt şeyleri düşün ve aralarında kal. Er ya da geç tam olarak ortada noktada olacaksın. Orta noktayı bir kez anlarsan, bu ortadaki noktanın zihnin tam karşısında olduğunu asla unutmazsın. Ortadaki bu nokta tam olarak tinsellik denen şeydir.
OSHO

16. SUTRA


KUTSANMIŞ OLAN! DUYULAR YÜREĞE SOKULURKEN, LOTUSUN MERKEZİNE ULAŞ.


Bu teknik kalp odaklı insanlar içindir. Kalp odaklı bir insansan, temas bir an için kalbine gider ve sen onun niteliklerini hissedebilirsin. Tamamen mantıksal bir kişinin elini tuttuğunda elleri soğuktur; sadece fiziksel olarak soğuk değil, her anlamda soğuk. Elinde bir uyuşukluk, bir cansızlık vardır. Karşındaki kalp odaklı olduğunda, kesin bir sıcaklık vardır. O zaman onun elleri seninkilerle birleşir. Onun ellerinden sana geçen kesin bir şeyler hissedersin, buluşursunuz ve sıcaklık değiş tokuşu yaparsınız.
Bu sıcaklık kalpten gelir. Asla baştan gelmez, çünkü baş her zaman serin, soğuk ve çıkarıcıdır. Kalp sıcaktır, hesap yapmaz. Baş nasıl daha fazla alabileceğini düşünür. Kalp ise sürekli nasıl daha çok verebileceğini düşünür. Bu sıcaklık bir vermedir; enerjinin verilmesi, titreşim dalgalarının verilmesi, canlılığın verilmesidir. bu nedenle farklı bir nitelik duyarsın. Bu insan sana içten sarılırsa, onunla derin bir birleşme hissedersin.
Dokun! Gözlerini kapat, neye istersen ona dokun. Sevgiline ya da seni sevene dokun, çocuğuna dokun ya da annene ya da arkadaşına ya da bir ağaca ya da bir çiçeğe ya da sadece bir toprağa dokun. Gözlerini kapa ve kalbinin toprakla ya da sevgilinle olan iletişimini hisset.
Ellerinin, toprağa dokunmak isteyen kalbinden daha uzak olmadığını hisset. Dokunma duygusunun kalbinle birleşmesine izin ver.
Kutsanmış olan! Duyular yüreğe soğulurken, lotusun merkezine ulaş. Kalp lotus çiçeğidir. Sadece lotusa açılan her duyu çiçeğin bir yaprağıdır. Öncelikle kalbindeki duyuların gitmesini dene. Sonra her günahın kalbinde zorla durduğunu ve onu emdiğini düşün. Bu ikisi bir alışkanlık haline geldiğinde duyuların sana yardım etmeye başlar ve kalbinden uzaklaşır. Ve kalbin lotus olur.
Kalplerin lotusu sen merkezlidir. Kalplerin merkezini bilirsen, göbek merkezine inmek kolaylaşır. Çok kolay! Evet, bu sutra buna bir kez daha değinmeyecek, çok kolay. Tamamen kalbe gidersen ve aklın daha fazla çalışmazsa, o zaman kalpten göbek merkezine düşersin. Sadece baş merkezinden göbek merkezine inmek çok zordur. Ya da ikisinin ortasında olduğunda, yani baş ile kalbin ortasında olduğunda da göbeğe gitmek zordur. Bir kez göbekte oldun mu kalbin tam karşısında olursun. Şimdi her şeyden önce en temel olan, göbeğe düştün.

OSHO

15. SUTRA


ELLERİNLE BAŞINDAKİ YEDİ AÇIKLIĞI KAPATTIĞIN ZAMAN, GÖZLERİNİN ARASINDAKİ BOŞLUK BÜTÜN HER ŞEYİ DAHİL EDER.


Bu en çok kullanılan ve dolayısıyla en kolay olan, en eski tekniklerden biridir: Başının yedi açıklığını kapat. Gözler, kulaklar, burun ve ağız; başın bütün açıklıklarını... Başın bütün açıklıkları kapandığında, sürekli dışarıya doğru akan bilinç aniden durur, daha fazla dışarıya gidemez. Bunu hiç fark etmemiş olabilirsin, ama nefesini birkaç dakikalığına tuttuğunda, akıl hareketsiz kalır ve sadece nefesle hareket edebilir. Bu, zihinsel sürecin şartlandırılmasıdır. Öncelikle şartlandırmanın ne olduğunu anlamalısın, o zaman bu sutrayı anlamak daha kolay olur.
Yatakta uzandığında, birkaç saniye için aniden bütün açıklıkları kapat ve içeride ne olduğunu izle. Boğulduğunu hissetsen de devam et, dayanılmaz hale geldiğinde nefes bölünür. Gerçekten dayanılmaz olana kadar devam et. Ve gerçekten dayanılmaz olduğunda açıklıkları daha fazla kapatamazsın; daha fazlasını yapma düşüncesine de ihtiyacın kalmaz. İçindeki güç hepsini zorlayacaktır. Seni ilgilendiren tek şey devam etmektir. Boğulma hissi uyandığında doğru zaman geldi demektir, çünkü boğulmak eski çağrışımları getirir. Bunu biraz daha devam ettirebilirsen daha iyi olur. Bu çok zor olacaktır, senden en son olanı isteyecektir ve sen öldüğüne inanacaksın, ama hiç korkma, o zaman ölemezsin. Sırf baş açıklıklarını kapattın diye ölemezsin. Ama öldüğün hissine kapıldığın zaman, gerçekten doğru zamandır. Buna bir süre daha dayanabilirsen birden her şey aydınlanır. İçindeki mekanın nasıl sürekli genişlediğini ve tamamına aktığını hissedersin. Sonra açıklıkları aç ve her defasında bunu yap.
Her vakit bulduğunda bunu dene. Ama bunun üzerine çalışma. Nefesini daha uzun süre tutmaya çalışabilirsin, ama böylesi bir çalışma bir işe yaramaz. Ani bir sarsılma gereklidir. Bu sarsılma ile eski bilinçlilik kanalındaki nehir orada kalır ve yeni bir şeyler oluşabilir. Bu mekanı bir kez tecrübe ettin mi, yaşamın aniden gerçek, yoğun ve ilk kez canlı olur. Artık emin olmak önemli değildir. Artık korku yoktur. Artık kimse seni öldüremez. Artık hiçbir şeyi alamazsın. Artık tüm evren sana aittir: Sen evrensindir.
Bu mekanı tecrübe eden herkes kendinden geçerek şöyle der: "Ben her şeyim, ben yaradılışım!"

OSHO

14. SUTRA


TÜM DİKKATİNİ, LOTUS İPLİĞİ KADAR NARİN, BEL KEMİĞİNİN MERKEZİNDEKİ SİNİRE VER. BU ŞEKİLDE DÖNÜŞ.


Bu meditasyon tekniğinde kişi gözlerini kapatmalı ve omurgasını düşünmelidir. O zaman gözlerini kapat ve omurganı düşün. Omurgan düz ve dik durmalıdır. Onu görselleştir, sanki gözünün önündeymiş gibi düşün, altıncı omurunun arasından geçen, tam omurganın ortasında lotus yapraklarının damarları kadar ince olan siniri gözünün önüne getir. Yapabilirsen önce omurgana daha sonra lotus yapraklarının damarları kadar ince olan sinire konsantre ol. Konsantre ol ve tam bir konsantrasyon seni merkezine götürecektir. Fizyologlar onun için değil; beyin için omurganın kamburu derler.
Bu sutra omurgayı kullanır, çünkü yaşam omurgada var olur. Bu nedenle düzgün ve dik bir omurgaya bu kadar çok önem verilir; o zaman, omurgan dik olmadığında içindeki yaşamı, kaynağı göremezsin. O çok incedir. Çok dikkatlidir. Bir enerji akımıdır. Omurga doğru ve tam olarak dik olduğunda o damarlarda bir ışıltı yakalayabilirsin. Ancak ondan sonra...
Bir Buda, Mahavira, Krişna, İsa yalnızca bir aura süslememişlerdir. O aura zaten var. Omurga ışık yaymaya başlar ve insan onunla aydınlanır, beden bir ışık bedenine dönüşür. Ve sonra dışarıya doğru gider. Aydınlananlardan biri olan Buda'nın hiç kimseye kim olduğunu sormasına gerek yoktur. Aura her şeyi gösterir. Ve birisi aydınlandığında, öğretmenini de bilir, çünkü aura her şeyi açığa çıkarır. Omurganın içindeki damara dokunduğunda, onu gördüğünde, bildiğinde; çevrende bir aura oluşmaya başlar. "Bu şekilde dönüş!" İçinin bu ışıkla dolmasına izin ver ve buna dönüş. Bu da merkezdedir, omurganın merkezinde. Beden odaklı olduğunda, bu teknik sana yardım eder. Eğer öyle değilsen işte o zaman zordur. O zaman bedenini içerden görmek senin için zordur. Bu sutra erkeklerden önce kadınlara yardımcı olur. Kadınlar erkeklere oranla daha beden odaklıdırlar. Ama bu teknik bedenini hissedebilen, onu duyabilen, düşünebilen, gözlerini kapatıp içerden bedenini hissedebilen herkese yardım eder. 
Omurganı düşün ve daha sonra omurganın tam ortasından geçen gümüş damarı düşün. İlk başta bu sadece bir tasavvur gibi görünebilir, ama sonraları, tasavvur uzaklaştıkça fark edeceksin ki kendini omurgana göre ayarlıyorsun. İşte o zaman onu kendin göreceksin. İçindeki çekirdeği far eder etmez, içinde bir ışık patlaması hissedeceksin. Bu durum bazen derin bir cinsel deneyimde de gözlemlenebilir. Tantra bunu bilir ve bunun üzerine çok çalışmıştır. İçeriye doğru bakarsın ve omurganın ortasında olan yaşamı görürsün. Tantra bunun için cinsel deneyimlerden faydalanmıştır, ancak bu çok başka bir deneyimdir; çok farklı nitelikte bir deneyim. Kişinin kolayca başarabileceği bir şey değildir; sıkıntının atıldığı bir şey değildir, hızla sonlandırılan bir şey değildir. Bu bedensel bir hareket değildir. Tinsel bir komünyondur. Bu aslında iki bedenin ve karşılıklı bir araya gelen iki öznelliğin yardımı ile iki içselliğin bir araya gelmesidir.
Bu tekniği size çok derin bir cinsel deneyim yaşarken de denemenizi tavsiye ederim. Sıkıca sarıldığında içeride dinlen. Diğerlerini unut. Daha derinlere, içerilere git ve omurganı gözünün önüne getir. Bu daha kolay olacaktır, çünkü o sırada enerji omurga boyunca akar. Damarlar daha belirgin olur, çünkü daha sessizsindir, çünkü beden dinlenir. Sevgi en derin dinlenmedir. Kendini dinlendir, omurgana konsantre ol. Bu sutra basitçe şöyle der: "Ona dönüş." Ve ona dönüşürsün.

OSHO

13 Haziran 2012 Çarşamba

13. SUTRA


...BENZER ŞEKİLDE, UZAMDA YA DA BİR DUVARDA HERHANGİ BİR NOKTADA... 
TA Kİ NOKTA ERİYENE KADAR. O ZAMAN BİR BAŞKA NOKTA DİLEĞİN GERÇEKLEŞİR.


Hiçbir rengi düşünemiyorsan o zaman duvardaki herhangi bir nokta sana yardımcı olur. Konsantre olacak herhangi bir şey bul. İçinde hiçbir şey hissetmeyen; içindekinin ne olduğunu, içine nasıl gideceğini kendine soran kişi, bunun yerine duvarda bir noktaya konsantre olmayı deneyebilir. Dışa dönük bir insansan, bunu içindeki bir nokta ile deneme. Dışarıdaki şeylerle dene. Gerçekleşecek olay aynı. Duvarda bir nokta seç. Oraya konsantre ol. Bunu açık gözlerle yapmalısın. İçinde bir merkeze ulaştığında, içinde bir noktaya, artık kapalı gözlerle konsantre olmalısın.
Duvara bir nokta çiz ve o noktaya konsantre ol. Gerçek, konsantrasyon sayesinde olur; bunun nokta ile bir ilgisi yoktur. Noktanın içerde ya da dışarda olması çok önemli değildir. Bu tamamen sana kalmış bir şey. Duvara doğru baktığında, ona konsantre ol ve nokta ortadan kaybolana kadar buna devam et. Buna dikkat etmelisin: Nokta kaybolana kadar! Gözlerini hiç kırpmamalısıni aksi takdirde zihine hareket edeceği bir alan verirsin. Sadece bak, yoksa ruh ( zihin ) yeniden düşünmeye başlar. Gözünü bir kez kapaman ona hareket alanı verir. Gözünü bir kez kapamanla konsantrasyon kaybedilir. Ayrıca göz kırpmak da yok!
Nokta ortadan kaybolana kadar konsantre ol. Ortadan kaybolur! İnatla devam edersen ve zihnin hareket etmesine izin vermezsen nokta ortadan kaybolur. Ve nokta ortadan kaybolduğunda; -o noktaya öylesine konsantre oldun ki sanki sadece o nokta var, bütün dünya ortadan kayboldu- hiçbir yerde bilinçlilik yoktur. Onun gidebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Bütün boyutlar kapalıdır. Ruh ( zihin ) kendine gelir, bilinç yerine gelir ve sen merkezde olursun.
Nokta içerde ya da dışarda olsun, senin içinde ya da dışında olsun; ortadan kaybolana kadar konsantre ol. O  kendini yok eder. Bunun iki nedeni vardır: İçerde olduğunda, o öyle imgelenmiştir ve o nedenle ortadan kaybolur. Dışarıda olduğunda ise imgelenmemiştir, yani gerçektir. Sen duvarda bir nokta çizdin ve ona konsantre oldun. Neden sadece bu nokta ortadan kaybolur? İçerde olduğundan ortadan kaybolmasını anlayabilirim; o aslında orada değildi, sadece sen öyle düşündün. ama peki ya duvardaki nokta neden ortadan kayboldu?
Bu nedenle bunun bir sebebi var. Bir noktaya konsantre olduğunda, elbette gerçekten ortadan kaybolmaz. Ortadan kaybolan şey zihindir. Sürekli dışarıdaki bir noktaya yönelirsen, zihin hareket etmez. Hareket olmadan da yaşayamaz. Ölür ve hareketsiz kalır. Ve zihin durduğunda, dışarıdaki hiçbir şeyi almaz. Birden bütün köprüler yıkılır, çünkü zihin bir köprüdür. Duvardaki bir noktaya konsantre olduğunda, zihin sürekli noktadan sana, senden noktaya doğru atlar. Bu sürekli bir gidiş geliştir; bir süreçtir.
Zihin ortadan kaybolduğunda, o noktayı gözlerinle görmezsin. Bu nedenle gerçekte o noktayı gözlerinle ek olarak zihninle de görürsün. Zihin gittiği zaman gözler de işlevini yerine getiremez. Duvara bakmaya devam etmek istersin, ama nokta fark edilmez hale gelir. Zihin orada değildir; köprü yıkıldı. Nokta gerçektir ve oradadır. Zihin geri geldiğinde noktayı tekrar göreceksin; O orada. Ama şimdi onu göremezsin ve onu göremeyince dışarıya da gidemezsin. Aniden merkezinde olursun.

OSHO

8 Haziran 2012 Cuma

12. SUTRA


BİR YATAK YA DA KOLTUKTAYKEN, ZİHNİNİN ÖTESİNDE, AĞIRLIKSIZ OL.


Sadece yer çekimi diye bir şey olmadığını hisset. Artık böyle bir ağırlık yok. Bir yerlerde bir ağırlık olduğunu biliriz, ama kendimizi bu ağırlıksızlığın yerine koyarız. Gelir. Kişi kendini ağırlıksız hissettiği anda gelir. Artık bir ağırlık olmadığında, beden de yoktur; çünkü ağırlık bedene aittir, sana değil. Sen yerçekimsizsin.
Ağırlıksız tekniğini denemek için, ağırlıksız olduğunu düşünmek zorundasın; hatta sadece düşünmek değil, bedenin ağırlığını yitirdiğini hissetmek zorundasın. Bunu her zaman hissedersen öyle bir an gelir ve sen ağırlığının olmadığı fark edersin. Gerçekten öylesin ve bunu her zaman fark edebilirsin. Ağırlıksız olduğunu yeniden hissetmen için bir duruma ihtiyacın vardır. 
Kendini hipnotize etmelisin. Hipnozun, "Ben bir bedenim ve bu nedenle bir ağırlığım var." düşüncenden oluşur. Kendini bundan uzaklaştırdığın zaman, yani bir beden olmadığın düşüncesini kavradığın zaman, ağırlığını hissetmezsin. Ve artık ağırlığını hissetmediğinde, zihninin üzerinden dışarı çıkmış olursun. 
Mutlu olduğunda, kendini hafif hissedersin, üzgün olduğunda ise sanki bir şey seni aşağıya çekiyormuş gibi kendini daha hafifi hissedersin. Bu çekim daha da artacaktır. Üzgün olduğunda ağırlığın artacaktır. Mutlu olduğunda ise hafifsindir. Bunu hissedersin. Neden? Çünkü ne zaman mutlu olsan, ne zaman neşeli bir an yaşasan bedenini tamamen unutursun. Üzgün ve bıkkın olduğunda ise bedenini unutamazsın. Ağırlığını hissedersin. Ağırlığın seni aşağıya doğru çeker; sanki dünyaya kök salmışsın gibi. Hareket edemezsin. Yerin altında köklerin vardır. Mutlulukta ağırlıksızsındır. Tasada, üzüntüde ise ağır. Derin bir meditasyonla bedenini tamamen unuttuğunda, ağırlıksız olarak uyanabilirsin. Hatta bedenin de seninle beraber yükselir. 
Yere otur, sandalyenin ya da herhangi bir eşyanın üzerine değil, yere otur. Oturduğun yerin çimentodan ya da başka bir yapay maddeden yapılmış olmamasına özen. Yere otur ve doğaya olabildiğince yakın ol. Çıplak oturabilirsen bu daha iyi olur. Çıplak bir şekilde yere otur ve Buda pozisyonunu al- Siddhassan-, çünkü Buda pozisyonu ağırlıksız olmaya en uygun pozisyondur. Neden? Çünkü bedenini ileriye ya da geriye yaslarsan daha fazla ağırlık hissedersin. Bu sayede bedeninin daha geniş bir kısmı güç ile karşılaşır. Bir koltukta oturduğun zaman bedeninin daha geniş bir kısmı yerçekimine maruz kalır.
Ellerin ve ayakların çapraz biçiminde Buda pozisyonu alırsan, bu durum içindeki elektriğin dolaşımının oluşumuna yardımcı olur. Bu nedenle omurganı dik tut.
Gözlerin kapalı bir şekilde dengede dur ve kendini topla. Kendini sağa doğru yasla ve yerçekimini hisset. Kendini öne doğru eğ ve yerçekimini hisset; geriye doğru yaslan ve yerçekimini hisset. Daha sonra yerçekimini en az ve ağırlığı daha az hissettiğin orta bölgeyi bul ve orada kal. Şimdi bedenini unut ve bir ağırlığın olmadığını hisset. Sen ağırlıksızsın. Ağırlıksız olma duygusunu bir süre daha hisset, göreceksin ki aniden ağırlıksız olacaksın. Aniden artık bir beden olmayacaksın; bedensizliğin olduğu başka bir dünyada olacaksın.
Ağırlıksızlık bedensizliktir. Sonra zihninin üzerinden dışarıya ulaşırsın. Zihnin de bedenin bir parçasıdır. Maddenin bir ağırlığı vardır, buna karşılık senin bir ağırlığın yok. bu teknik sayesinde olur. 

OSHO

11. SUTRA


BİR KARINCANIN YÜRÜYÜŞÜNÜ HİSSEDERKEN DUYULARIN KAPILARINI KAPA. O ZAMAN.


Bu çok kolay gibi görünüyor, ama aslında değil. Bir kez daha okuyacağım: " Bir karıncanın yürüyüşünü hissederken duyuların kapılarını kapa. O zaman. "Bu sadece bir örnek. Diğer şeyler içinde geçerli. Duyularının büyük kapısını kilitle, bir karıncanın tırmanışını hissettiğinde, işte o zaman -o zaman- bir şey olacak. Şiva bu konuda ne der? 
Ayağına diken battı. Çok acı veriyor. Ya da bacağında bir karınca yürüyor. Bunu hissedersin ve onu bacağından atmak istersin. İstediğini seç. Bir yaran var ve çok acıyor. Başın ağrıyor ya da herhangi bir yerinde bir ağrı var. Ne olduğu o kadar önemli değil. Tırmanan karınca sadece bir örnek. Ne duyarsan duy, duyularının bütün kapılarını kapat.
Ne yapmalısın? Gözlerini kapat, kör olduğunu ve görmediğini düşün. Kulaklarını tıka ve duyamadığını varsay. Beş duyunu da kapat. Ama onları nasıl kapatabilirsin? Bu oldukça kolay. Bir an için nefes almayı bırak, işte o zaman bütün duyuların kapanacaktır. Nefes almayı bıraktığında ve duyularını kapattığında o tırmanış nerede olacak? Karınca nerede? Aniden dışarıda olacaksın; çok uzaklarda. 
Bu sutra şöyle der: " Duyularının kapılarını kapa." Taş gibi ol, o zaman dünya kapanır. Dünyayı kapattığın zaman doğal olarak kendi bedenini de kapatacaksın; o zaman bedenin senin parçan olmayacak, dünyanın bir parçası olacak. Dünyayı tam olarak kapattığında, bedenini de kapatırsın. O zaman, der Şiva, o zaman o olur.
Bunu bedeninde bir dene. Her sebep doğrudur. Bunun için bir karıncanın üzerine tırmanmasına gerek yok; onun yerine şöyle düşün: Bir karınca geldiğinde meditasyon yapacağım. Böylesi yardımsever karıncaları bulmak zordur. Aynı zamanda her şey doğrudur. Yatağa uzanırsın ve soğuk çarşafı hissedersin; tıpkı bir ölü gibi. Birden çarşaf kaybolmaya başlar, uzağa, daha uzağa, daha da uzağa. Yatağın kaybolur, odan kaybolur, bütün dünya kaybolur. Kapanırsın, ölüsün, bir taşsın, tıpkı parmaklıklı bir Leibniz monadı gibi, penceresiz. Hareket dahi edemezsin.
Ve sonra, artık kendini hareket ettiremediğinde, sırtını kendine yaslayacaksın ve kendine odaklanacaksın. Şimdi merkesinden burayı görebilirsin. Bir kez merkezinden burayı gördüğün zaman, bir daha asla aynı kişi olamazsın.

OSHO

5 Haziran 2012 Salı

10. SUTRA


OKŞARKEN, TATLI PRENSES, OKŞAYIŞA EBEDİ YAŞAM GİBİ GİR.


Birinci dinlenme tekniği sevgi ile ilgili bir teknik, çünkü sevgi bizim deneyimlerimizde de en yakın olandır; o yüzden ilk önce bizi dinlendirir. Eğer sevemezsen, dinlenemezsin de. Kendimizi dinlendirebildiğimiz zaman, yaşamımız sevgi ile dolacaktır. Ortak olan nokta ne? Birçok şey. Öncelikle: Kendimizi sevdiğimizde geçmiş sona erer ve gelecek henüz yoktur. Kendimizi yaşadığımız ana göre hareket ettiririz. Anı yaşarız. Geçmiş ve geleceğin olmadığı bir anda, insan bu ana şimdiki zaman diyebilir mi? Şimdiki zaman sadece ikisinin arasında vardır; geçmiş ve geleceğin arasında. Şimdiki zaman görelidir. Geçmişin ve geleceğin olmadığı bir zamanda, şimdiki zamandan söz etmenin ne anlamı olabilir? Bu anlamsızdır. Bu nedenle şimdiki zamandan söz etmez, o "ebedi yaşam" der. Sonsuzluk demek ister; sonsuzluğun içine doğru gitmen gerektiğini söyler.
Sevgi aniden senin boyutunu değiştirir. Zamandan dışarı atılırsın ve sonsuzluğu görürsün. Sevgi çok derin bir meditasyon olabilir, kesinlikle en derini.
Sevilen bazen kutsal olanın asla yaşamayacaklarını yaşar. Sevilen birçok yoginin aradığı merkeze dokunabilir. Ama bu kısa bir aydınlanma olacaktır; sevgiyi meditasyona dönüştürme anı. Tantra buna 'sevginin meditasyona dönüşmesi' der. Artık Tantra'nın sevgiden neden bu kadar çok söz ettiğini anlayabilirsin. Neden? Çünkü sevgi, insanın bu dünyayı duyular ötesine taşıyabileceği en kolay, en doğal kapıdır; yatay boyuttur. Sevgiden uzakta olma. Sevgi ol ve sonsuzluğun içine gir. Birisini sevdiğinde, aynı zamanda sevilen kişi misin? Yanıtın evet ise; o zaman zamanın içindesindir ve sevgi gerçek değildir, sadece sahtedir. Her zaman orada olduğunda ve "ben" diyebildiğinde; bedensel olarak yakın olabilirsin, ama tinsel olarak birbirinizden çok uzaktasınızdır. 
Sevdiğinde, sen olmamalısın; o sadece sevgi olmalı; yalnızca sevgi. Sevgi olmalısın. Seven ya da sevilen kişiye sarıldığında, sarılma ol. Öpüştüğünde, ne öpen kişi ol ne de öpülen kişi. Öpüşme ol. Egonu tamamen unut: Bunu sevgi eyleminde çöz. Eylemin o kadar derinine in ki, yalnız oyuncu kal. Sevgiyi bilmeyen, yemek yemeyi de, yürümeyi de bilmez; çünkü sevgi egoyu çözmenin en kolay yoludur. Bu yüzden egoistler sevemez. Onlar sevgiyi konuşmayı severler, onun için şarkı söylemeyi severler, sevgi hakkında yazmayı severler, ama sevemezler. Ego sevemez.
Seksi, sadece seks olarak kalmamalıdır; seks bir Tantra öğretisidir. Seks sevgiye dönüşmelidir. Ve sevgi de sevgi olarak kalmamalıdır. Sevgi ışığa dönüşmelidir; meditatif deneyime, en son, en yüksek, en mistik zirveye dönüşmelidir. 
Sevdiğin zaman sevgi ol; sadece sevgi. O zaman o senin sevgin, benim sevgim ya da bir başkasının sevgisi olmaz. O sadece sevgidir. Orada olmazsan, temel kaynağa ya da akıma ulaşmazsan; seversin, o zaman sen o değilsindir, o sevgidir. Sevgi senin içine girdiğinde, ortadan kaybolursun. En saf, en akıcı enerji olursun.

OSHO

31 Mayıs 2012 Perşembe

9. SUTRA


ÖLÜ GİBİ UZAN. GAZAPLA DOLMUŞKEN, ÖYLE KAL. YA DA KİRPİĞİNİ BİLE OYNATMADAN BAK. YA DA BİR ŞEY EM VE EMİŞ OL.


Bir ölü gibi uzan. Bunu dene: Aniden ölüsün. Bedenini bırak! Hareket ettirme: İşte bir ölüsün. Kendine ölü olduğunu söyle. Bedenini hareket ettiremezsin, gözlerini oynatamazsın, ağlayamazsın, bağıramazsın, hiçbir şey yapamazsın. Tam olarak bir ölüsün. Şimdi nasıl hissettiğine bak. Ama kesinlikle hile yapmamalısın. Kendini kandırman mümkündür ancak bunu yapmamalısın. Üzerine bir sinek konduğunda bir ölü gibi davranmalısın. Bu en çok ihtiyaç duyulan tekniktir, kesinlikle en çok ihtiyaç duyulan teknik. 
Sutra şöyle der: Çok öfkeli bir şekilde öylece bekle, kendine kızdığında, öyle kal. Acıktığında susadığında, öyle kal. Sen bir ölüsün ve hiçbir şey yapamazsın, öylece bekle. O an hangi duygular içinde olursa olsun, bedenin ölü ve sen hiçbir şey yapamazsın; bu yüzden öylece kal. Bu kelimeler gerçekten harikadır. Birkaç dakika boyunca öylece bekleyebilirsen, aniden her şeyin değiştiğini hissedebilirsin. Ama biz duramaz, hareket etmeye çalışırız. İçinde bir duygu uyandığında hemen bedenin hareket eder. Bu yüzden buna duygu denir. Çünkü bedenini harekete geçirir. Kendini bir ölü gibi hisset ve hiçbir duygunun bedenini hareket ettirmesine izin verme. Onun orda olmasına izin ver, ama sen öylece kal, hareketsiz ve ölü. Ne olursa olsun, hiçbir hareket yok. Öylece kal! Hareket yok!
Ya da gözünü kırpmadan bak. Gözünü kırpmadan bakma tekniği Meher Baba'ya ait bir teknikti. Yıllar boyunca sadece yatak örtüsüne bakmıştır, yıllar boyunca tıpkı bir ölü gibi gözünü bile kırpmadan, gözlerini hiç kırpırdatmadan. Yıllarca öylece yatmıştır. Gözlerin bakmasına izin vermek güzeldir, çünkü kişi yeniden üçüncü göze odaklanabilir. Bir kez üçüncü göze odaklanırsan, istesen bile gözlerini kırpamazsın. Göz kapakları bakacaktır.
Meher Baba bu şekilde aydınlanmıştır ve bizler de böylesi önemsiz tekniklerin nasıl mümkün olduğunu merak etmişizdir. Ama o üç yıl boyunca hiçbir şey yapmadan sadece yatak örtüsüne baktı. Üç yıl oldukça uzun bir zaman. Bunu üç dakika için yap; o zaman sanki üç yıl kadar sürdüğünü hissedeceksin. O üç dakika bize o kadar uzun gelecektir ki, sanki zaman ilerlemiyor, saat işlemiyor gibi.
Sutra arkalarda durmamanı söyler; bir şeyleri emmeni ya da emiş'in kendi olmanı. Bunu her şeyle deneyebilirsin. Koştuğun zaman, koşma eylemi ol, koşan kişi olma. Koşma ol, koşan kişiyi unut. Koşan bir kişi olmadığını, sadece koşma süreci olduğunu hisset. Sen o süreçsin, koşma eyleminin benzer sürecisin ve içeride kimse yok. İçerisi çok sessiz ve orada sadece süreç var.

OSHO

26 Mayıs 2012 Cumartesi

JIN SHIN JYUTSU

YENİDEN HATIRLANAN UNUTULMUŞ BİR SANAT




Jin Shin Jyutsu, Yaratıcı'nın Şefkatli İnsan Aracılığıyla Uygulanan Sanatı şeklinde çevrilebilir. Bu sözcükler ile tanımlanan Jin Shin Jyutsu, hepimizin özünde bulunan doğal bir yeteneğe, kendimizi akort etme yeteneğimize dayanır. Binlerce yıl boyunca, eski insanlar bu yeteneğe ilişkin farkındalığı hem kendilerini iyileştirmek hem de başkalarına şifa vermek amacıyla kullandılar. Ama kuşaktan kuşağa aktarılan farkındalık giderek zayıfladı ve sonunda tamamen ortadan kayboldu. 20. yüzyılın başlarında Jiro Murai isminde bir Japon bilgesi tarafından, -biraz da zorunlulukların dayatması yüzünden- yeniden su yüzüne çıkarıldı. 

Jiro Murai 1886'da, İshikawa idari bölgesindeki Taiseimura'da (bugünkü Kaga) doğdu. Murai, ailenin ikinci çocuğuydu. Jiro'nun babası, kendi babası ve neredeyse bütün ataları gibi bir tıp doktoruydu. Japon geleneklerine göre en büyük oğul baba mesleğini devam ettirmek zorunda olduğundan, Jiro kendi yolunu çizmekte özgür kaldı. Hayata ipekböceği yetiştiricisi olarak atıldı fakat umursamaz doğası ve yeme içmeye aşırı düşkünlüğü onu başka bir alana kaydırdı. Katıldığı yemek yeme yarışmalarında tükettiği devasa miktarlar karşılığında nakit ödüller kazanmaya başladı. 26 yaşına geldiğinde artık ağır bir biçimde hastaydı. Birçok doktor tarafından tedavi edilmeye çalışıldı ama hastalığı hızla ilerlemeye devam etti. En sonunda umutsuz vaka  olarak kabul edildi ve tedavisine son verildi. Murai son arzusu olarak ailesinden, sedye ile dağdaki kulübelerine götürülmeyi ve orada 7 gün boyunca yalnız bırakılmayı istedi. 8. gün geri gelip onu alacaklardı.

Jiro Murai kulübede oruç tuttu, meditasyon yaptı ve çeşitli parmak mudraları uyguladı. Bu süre boyunca bilinci gidip geliyor, sık sık kendisinden geçiyordu. Fizik bedeni giderek soğumaktaydı. Yedinci gün birden bire derin soğutucudan çıkarılıp harlı bir ocağa atılmış gibi hissetti kendini. Cehennem ateşi yatışmaya başladığında müthiş bir sükunet ve iç huzuru kapladı Murai'yi. Şaşkınlıkla fark etti ki, tamamiyle iyileşmişti. Dizlerinin üstüne kapandı, şükranlarını sundu ve hayatını şifa çalışmalarına adadı.

ALICE BURMEISTER-TIM MONTE

25 Mayıs 2012 Cuma

40 GÜNLÜK BEREKET PLANI


40 günlük Bereket Planı'na başlarken ilk önce aşağıdaki paragrafı o günün tarihi ile okuyun (ya da yazın). Ardından sırayla bir maddeyi +'er kere okuyun. Yani, ilk gün ilk paragrafı ve birinci maddeyi 4 kez okuyacaksınız. 11. gün ilk paragrafı ve ilk maddeyi 4 kez okuyacaksınız, bu şekilde devam edip toplamda ilk paragrafı 40 kez, 10 maddeyi de 4 tur 4'er kez okuyup 40 günü bitireceksiniz.

Bugün...(gün-ay-yıl-haftanın günü) paranın kaynağım ve desteğim olduğuna inanmayı bırakıyorum. Artık yaşamımdaki tek otoritenin ve yaratıcı gücün içimdeki bilge olduğunu onaylıyor ve kabul ediyorum. Şu anda koşulsuz ve sınırsız bolluk bereketine inanıyor, böylelikle ihtiyaçlarımın gerçek kaynağı ile aramdaki bağı güçlendiriyorum. Her birimizin yaşayan, bedenlenmiş ruhsal varlıklar olduğumuzu ve mükemmel gerçeği yaratıyor olduğumuzu kabul ediyorum ve bu gerçeği hatırlayarak kendi gücümü onaylıyorum. Ölümlü illüzyonun bizlerin büyümesi ve gelişmesi için yaratılmış olduğunu görüyor ve bu farkındalıkla kendi gücümü ve içimdeki sınırsız bolluk ve bereket enerjisini onaylıyorum. Bugün insanlığımı onurlandırıyor, bir insan olmanın getirdiği tüm güzellikleri ve neşeyi kabul ediyorum. Ben Tanrı'nın beni yarattığı gibi, bedenlenmiş mükemmel bir ruhsal varlığım. Özüm, kaynağım ve desteğim Tanrı'nın uzantısı olan içimdeki yaratıcı güç, içimdeki bilge. Bunu biliyor, kabul ediyor ve onaylıyorum.

1. Tanrı sınırsız. Bol. O evrensel, her yerde ve her zaman var olan sınırsız ve zengin madde. Bu sürekli var olan ve veren sınırsız bereket kaynağı "ben" olarak bireyselleştirilmiş, biçimlendirilmiş. Benim gerçeğim bu.

2. Zihnimi ve kalbimi içimdeki evrensel bilinç "ben bilinci"nin tüm iyiliklerin ve güzelliklerin tek kaynağı ve maddesi olduğunun farkına varmak, anlamak, bilmek ve olmak için tamamen açıyorum.

3. İçimdeki varlığın bolluk ve bereket enerjim olduğunun farkındayım. Sınırsız bolluk ve bereket bilincinin sürekli akışının farkındayım. Farkındalığım bu bilinç sayesinde gerçeğin ışığıyla doldu.

4. Tanrısal varlığımın, içimdeki bilgenin tek kaynağım olduğunun farkındalığı içerisinde zihnime ve doğal duygularıma yüksek bilincin maddesini akıtıyorum. Bu madde benim kaynağım. İçimdeki Tanrısal varlığa olan farkındalığım benim gerçek kaynağım.

5. Para benim kaynağım değil. Hiç kimse, yer ve durum benim kaynağım değil. İçimdeki evrensel bilincin sürekli var ediciliği ve yaratıcılığına olan farkındalığım sınırsız, böylece kaynağım sınırsız.

6. İçimdeki kaynak, ihtiyaçlarıma ve arzularıma göre sürekli ve devamlı olarak şekilleniyor ve yeni tecrübeler yaratıyor. Ve hareket halindeki kaynak kanunlarına göre herhangi bir ihtiyacım ve karşılanmamış bir arzum olması mümkün değil.

7. Evrensel bilinç olan "ben bilinci" gerçek doğası olan bereketi sürekli olarak ifade ediyor. Bu onun sorumluluğu, benim değil. Benim tek sorumluluğum bu gerçeğin farkında olmak. Bu yüzden kendimi tamamen rahat bırakmaya ve Tanrı'nın yaşamımdaki ve tüm ilişkilerimdeki tatminkar bereket enerjisi olarak oluşmasına izin vermeye kesinlikle kararlıyım.

8. İçimdeki yüksek bilincin sınırsız kaynağım olduğuna dair farkındalığım kaybettiğim yılları geri getirmeye, yaşamımdaki her şeyi yenilemeye ve beni bol bereket enerjisinin yüksek yoluna yükseltmeye yeterli. Yüksek bilincime olan bu farkındalık, anlayış ve bilgi yaşamımda arzulayabileceğim tüm şekil ve tecrübelerde var oluyor.

9. İçimdeki Tanrısal varlığımın farkında olduğumda tamamen tatminkarım. Bu gerçeğin şu anda farkındayım. Yaşamın sırrını buldum ve evrensel bereket enerjisinin yaşamımda ebediyen var olduğu bilinci ile rahatlıyorum. Tek yapmam gereken evrensel enerji bilincime bana kolayca, rahatça, hiçbir şeye ihtiyacı olmadan akan yaratıcı enerjinin akışının, vibrasyonunun farkında olmak. Şu an farkındayım. Şu an akıştayım.

10. Zihnimi ve düşüncelerimi "bu dünyada'dan" uzaklaştırıyorum ve tüm dikkatimi yaşamımdaki bolluğun tek yaratıcısı olan içimdeki Tanrı'ya yönlendiriyorum. İçsel varlığımın finansal ilişkilerimdeki tek akış olduğunu, gözle görülen her şeyin tek maddesi olduğunu görüyor ve kabul ediyorum. Yaşam kaderimi içimdeki bereket kanunlarının akışına teslim ediyorum.

24 Mayıs 2012 Perşembe

8. SUTRA

BÜYÜK BİR ADANMIŞLIK İLE, İKİ NEFESİN BİRLEŞİMİNE ODAKLAN VE BİLENİ BİL.


Hızla dışarı verilen nefesin, içeri alınan nefese dönüştüğü bir bağlantı noktası vardır. Her iki değişim noktasında sadece küçük bir fark bulunur. Bu, teknik için küçük bir farktır; bizim için değil. Sadece tek bir koşul eklenecektir. "Büyük adanmışlık..." İşte burada tüm teknik değişir. İlk başlarda bir özveriden söz edilmezdi; bu sadece bilimsel bir yöntemdi. Onu kullanırsın ve işe yarar. Ama bazı insanlar vardır ki; oldukça can sıkıcı, bilimsel yöntemlere izin vermeyen, kalpleri ile düşünen, bağımlı oldukları dünyayı dinleyen... Onlar için bu  kolay değişim düşünülmüştür: "Büyük adanmışlık ile, iki nefesin birleşimine odaklan ve bileni bil."
Bir bilimadamı değilsen ya da bir bilimadamı gibi düşünemiyorsan o zaman bunu büyük adanmışlıkla dene. Güçlü bir duygu ile, sevgi ile, güven ile... Nefesin her iki birleşme noktasına odaklan ve bileni bil. Ama nasıl? Kendini herhangi biri yerine koyabilirsin. Bir Krişna ya da bir İsa. Peki, ya kendine olan bağlılığın, bu birleşme noktalarına olan bağlılığın? İşte burada bağlanılamayacak bir obje ortaya çıkar. Ama o oraya bağlanır. 
Tantra bedenin bir mabet olduğunu söyler. Bedenin tanrısallığın mabedidir, tanrısallığın yaşadığı yerdir; bedenine bir obje gibi davranma. O kutsaldır, o yücedir. Nefes aldığında, nefes alan sadece sen değilsindir; içindeki tanrı da nefes alır. Yemek yersin, hareket edersin, bir yerlere gidersin. Bunu bir de şöyle düşün: O sen değilsin, o senin içinde hareket eden tanrı. İşte şimdi bu tamamen bir bağlılığa dönüşecek. Birçok bilgenin  bedenlerini sevdikleri bilinir. Bedenleri ile arkadaşlık ederler, Tıpkı sevgilileriymiş gibi.
Bedenini sevebilirsin ya da onu bir mekanizma gibi görebilirsin. Onu suçlayıp, sanki kirli bir şeymiş gibi günahlar yükleyebilirsin. Ama aynı zamanda ona tanrısallığın yaşadığı ülke ya da bir mucizeymiş gibi de davranabilirsin. Bu tamamen sana bağlıdır.
Bedenini bir mabet gibi görebilirsen bu teknik senin için uygundur. "Büyük adanmışlık..."
Bunu dene. Yemek yerken bunu dene. Yemek yediğini düşünme, içindeki tanrısallığın yemek yediğini düşün. O zaman aradaki farkı görürsün Aynı şeyi yersin, Sen aynı şeysin. Ama bir an için her şey birden değişir: Tanrı'ya yiyecek bir şeyler verirsin ya da ona banyo yaptırırsın... Sıradan ve basit şeyler... Ama farklı açıdan bak; içindeki tanrısallığa banyo yaptırdığını hisset. O zaman bu teknik kolaylaşır.

OSHO

7. SUTRA

ELLE DOKUNULMAZ NEFES ALNIN ORTASINDAYKEN, BU UYKU ANINDA YÜREĞE ULAŞIRKEN, İDAREN DÜŞLERİN VE ÖLÜMÜN ÜZERİNDE OLSUN.


Bu tekniği üç adımla anla. Öncelikle hissedilmeyen, belirgin olmayan, maddesel olmayan bir parçan olan nefesindeki pranayı algılamayı öğrenmek zorundasın. Bu, dikkatini kaşlarının arasına doğru yönelttiğinde olur. Bu nedenle kolaydır. Hatta dikkatini boşluğa verdiğinde bile olur, ancak o zaman o kadar kolay değildir. Nefesin içeride temas ettiği yer olan göbek merkezini, nefes dışarı çıkmadan önce bilinçli olarak hareket ettirdiğinde de bu mümkündür, ancak bu da o kadar kolay değildir. Nefesteki belirgin olmayan elementi algılamanın en kolay noktası üçüncü göze odaklanmaktır.
Bu tekniği uykuya daldığında çalışmalısın: Sadece o an, kesinlikle başka bir zaman değil. Bu teknik için doğru olan zaman budur. Yavaş yavaş uykuya dalarsın ve yavaşca uyku bastırır. Kısa bir an içinde bilincini kaybedersin ve algılama sona erer. Bu an gelmeden önce; Nefesine ve özü olan pranaya dikkat et ve sanki kalbine gidiyormuş gibi onu hisset.
Kalbine gittiğini ve her an daha da yaklaştığını hisset. Prananın kalbine gittiğini hisset ve bunu yaparken de uykunun gelmesini sağla. Bu şekilde hissetmeye devam et, uykunun gelmesini sağla ve sonra da onun içinde boğul.
Uyuduğun hissine kapıldığın sırada belirgin olmayan nefesin kalbine gittiğini hissettiğin zaman, rüyalarında bilinçli olacaksın. Rüya gördüğünü bileceksin. Alışılageldiği üzere bizler rüya gördüğümüzü bilmeyiz. Rüya gördüğünde bunu gerçek zannedersin. İşte bu da üçüncü gözde olur.
Ama neden rüyalarının efendisi olmayasın? Bu gereksiz midir? Hayır, bu gereksiz değildir. Bir kere gerçekten rüyalarının efendisi oldun mu, bir daha rüya görmezsin. Çünkü o zaman saçma olur. Artık gerekli değildir. Ve artık rüya görmediğinde, uykunun tamamen farklı bir niteliği olur; yani ölümün niteliği. Artık rüyalar olmadığı zaman, denizde kolayca boğulursun; derinliklerinin arasından geçersin. Ölümde de bu böyledir. Bu nedenle Hintliler uykunun kısa bir ölüm; ölümünde uzun bir uyku olduğunu söylerler. Her ikisinin de niteliği aynıdır. Uyku, bir günden diğerine kadar süren bir ölümdür. Ölüm ise bir yaşamdan diğerine kadar süren bir fenomen, bir uykudur. Rüyasız uykunun ne olduğunu anladığın ve bunu bilinçli olarak yaşadığın zaman ölüm korkusu diye bir şey kalmaz. Hiç kimse hiçbir zaman ölmez, hiç kimse ölemez: Bu tek imkansızlıktır.
Bu nedenle sutra şöyle der:"...idaren düşlerin ve ölümün üzerinde olsun!" Artık ölümün sadece uzun bir uyku olduğunu biliyorsun. Bu sana hem yardımcı olur hem de güzeldir, çünkü o sana yeni bir yaşam verir. O her şeyi tazeleyerek verir. Ölüm sadece senin için sona erer. Eğer bir şey rüyalarla olmuşsa, ölümle de olmuş demektir.
Ama bu ölüme karşı bir iktidar ya da krallık kazanmak anlamına gelmez. Ölümün sadece bir uyku olduğunu anladığında onu yönetebileceksin. Rüyalarını yönetebilirsen, ölümü de yönetebilirsin. İşte o zaman yeniden doğacağın yeri, kim olacağını, ne zaman olacağını, nasıl olacağını seçebilirsin. Böylece doğumunun da efendisi olabilirsin.

OSHO

18 Mayıs 2012 Cuma

MASLOW TEORİSİ




Maslow teorisinin ve ya ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, ABD'li psikolog Abraham MASLOW tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha "üst ihtiyaçlar"ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir.
Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisinde bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.

Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.

1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, cinsel yakınlık)
3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma,     gerçeklerin kabulü)

Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.

Belirli kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.

Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, Bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

6. SUTRA

DÜNYEVİ EYLEM İÇİNDEYKEN, DİKKATİN İKİ NEFES ARASINDA OLSUN; BUNU UYGULAYARAK, BİR KAÇ GÜN İÇİNDE YENİDEN DOĞARSIN.



Nefes alışına dikkat etme; dikkatini iki nefes arasına ver. Bir nefes içeri girer; geri dönmeden önce, dışarı verilmeden önce bir boşluk oluşur, bir duraklama. Bir nefes dışarı çıkar ve yeni bir tanesi içeri gelmeden önce, bir boşluk...
"Dünyevi eylem içindeyken, dikkatin iki nefes arasında olsun; bunu uygulayarak, birkaç gün içinde yeniden doğarsın." Ama bu durmaksızın yapılmalı! Altıncı teknik ara verilmeden yapılmalı. Bu nedenle buna özellikle dikkat et: "Dünyevi eylem içindeyken..." Her zaman yaptığın bir şeyde dikkatini iki nefesin arasındaki boşluğa ver; ama bu sen başka bir işle uğraşırken yapılmalıdır. Bu alıştırmayı başka bir şeyle uğraşırken yapmalısın. Yemek yerken örneğin, yemeğini ye ama boşluğa dikkat et.
Uyumaya gidiyorsun. Uzan ve uykunun gelmesini bekle; ama boşluğa dikkat etmeyi unutma. Neden bir işle uğraşırken? Çünkü iş dikkatini başka bir yöne çeker. İş sürekli olarak dikkat ister. ama sen dikkatinin başka bir yöne çekilmesine izin verme. Boşluğa bağlı kal, ama diğer yaptığın şeyi de bitirme. Devam etmesine izin ver.
İki aşamada yaşayacaksın. Yapmak ve olmak. Bizim iki tane varoluş aşamamız var: Yapma dünyası ve olma dünyası, çevre ve merkez. Bir yandan çevrede bir şeyler yap ve orada kal. ama orta nokta da çalışmaya devam et. Ne olacak? Sanki bir rolü canlandırıyormuşsun gibi işin tiyatro yapmak olacak.
Bir sahnede bir rol oynarsın. Tanrı Ram'ı* canlandırırsın ya da İsa'yı. Sanki sen İsa ya da Ram'mışsın gibi davranırsın, ama yine de kendin olarak kalırsın. Gerçekten kim olduğunu bilirsin. Dışarıdan bakıldığında Ram, İsa ya da herhangi birini canlandırırsın. Ram olmadığını bilirsin, sadece onu oynuyorsundur. Bir yandan yaptığın iş devam ederken, bilincin senin içinde bir yerde odaklanmıştır.
Bu yöntemi çalıştığında, yaşamın sürekli olarak bir tiyatroya dönüşecek. Rolünü oynayan bir oyuncu olacaksın, ama her zaman boşluk odaklı kalacaksın. Boşluğu unuttuğunda artık rolünü oynamazsın; o zaman rolün sen olursun. O zaman bu artık bir tiyatro değildir. Bunu yaşamınla değiştirdin. Ve bu tam olarak bizim yaptığımız şey. Herkes yaşamı yaşamaya inanır. Bu bir yaşam değildir; Bu sadece bir roldür, bir sahne oyunu; toplum tarafından bize verilen, koşulların, kültürün, geleneklerin, ülkenin, konumun bize verdiği bir rol. Sana bir rol verilir ve sen onu oynarsın; ama onu kendinle özdeşleştirirsin. Bu özdeşleştirmeyi yok etmek için yapılması gereken şey: Teknik!
Nefes alışının arasındaki boşluğa odaklanırsın ve yaşam devam eder; çevrede. Bilincin merkezde olduğunda, yaşam gerçekten çevrede değildir; bu sadece ikincil bilinçtir. Her şey sadece dikkatinin etrafında bir yerlerde meydana gelir. Bunu hisseder ve bilirsin, ama bu doğru değildir. Bu sanki sana oluyor gibi değildir. Bir kez daha tekrar ediyorum: Altıncı tekniği çalıştığında, tüm yaşamın sanki onu sen değil de diğerleri yaşıyormuş gibi olacak.

*Hindu tanrısı... Maymun tanrı da denir ve "merhametlilerin babası","baş lider" anlamına gelir. Ram ve Şiva'nın bir zamanlar aynı ilah olduğuna inanılır.

OSHO

5. SUTRA

DİKKATİNİ KAŞLARININ ARASINA VER, BIRAK ZİHNİN DÜŞÜNCENDEN ÖNCE GELSİN. BIRAK BEDENİN NEFES ÖZÜ İLE DOLSUN VE BAŞININ ÜZERİNDE BİR IŞIK GİBİ FIŞKIRSIN.


Bu Pythagoras'ın insanlığın hizmetine sunduğu bir tekniktir. Pythagoras bunu Yunanistan'a getirmiştir. Ve bunu Batı ülkelerinin bütün mistiklerinin temeline, kaynağına getirmiştir. O, Batılı mistiklerin babasıdır.
Modern psikoloji, bilimsel araştırmalar gösteriyor ki; bedenin en gizemli bölgesi olan kaşların arasında bir bez bulunmaktadır. Epifiz bezi diye bilinen bu bez, Tibetliler'in üçüncü gözüdür. "Shivaneta", Şiva'nın gözü, tantrik göz. İki gözümüzün arasında bir göz daha vardır, ancak çalışır durumda değildir. Oradadır ve her an çalışmaya başlayabilir. Ama bu kendiliğinden olmaz, üçüncü gözün kendini açabilmesi için kişinin bir şeyler yapması gerekir. O kör değildir, sadece kapalıdır. Bu teknik üçüncü gözü açmalıdır.
Gözlerini kapa ve iki gözünü kaşlarının arasındaki orta noktaya çevir; sanki gözlerin açıkken bakıyormuşsun gibi kapalı gözünle orta noktaya bak. Bütün dikkatini buraya yönelt. Bu dikkatli olunması gereken en kolay yöntemlerden biridir. Bedenin başka hiçbir bölgesi dikkatin bu kadar kolay yönlendirilmesini sağlayamaz. Bu bez bilinçliliği diğer hiçbirinin yapamayacağı kadar arttırır.
Eski tantrik yazılarda üçüncü göz için besin uyanıklığı denir. O açtır. Çok, ama çok uzun yaşamlar boyunca hep açtır. Ona dikkatini gönderirsen, canlanır. Yaşamaya başlar. Besin olur. Dikkatin onun için besin olduğunu, dikkatinin o beze manyetik olarak yapışık olduğunu anladığın an, dikkatli olmak zor olmayacaktır. Kişi sadece doğru noktayı bilmeli. Gözlerini kapat, gözlerinin ortaya doğru gitmesine izin ver ve noktayı hisset. Noktaya yaklaştığında gözlerin aniden sabitleşecektir. Gözlerini hareket ettirmekte zorlanmaya başladığında, doğru noktaya yaklaştığını bilmelisin. "Dikkatini kaşlarının arasına ver..." Dikkatin bu noktasına erişildiğinde, ilk olarak çok nadir rastlanan bir fenomeni yaşayacaksın. İlk önce düşüncelerinin senden akıp gittiğini göreceksin; bir izleyici olacaksın. Tıpkı bir sinema perdesinin önündeymiş gibi: Düşünceler akar ve sen bir izleyici olursun. Dikkatin üçüncü gözün merkezine kitlenince, bir an için düşüncelerine tanıklık edersin.
Üçüncü gözün merkezinde kişi nefesin gerçek özünü algılayabilir; nefesi değil, aksine nefesin kendi özünü, pranayı. Ve kişi nefesin özü olan pranayı algılayabilirse, kişi çatlakların arasından yola doğru giden o noktaya ulaşır. Sutra şöyle der: "Bırak bedenin nefes özü ile dolsun ve başının üzerinde bir ışık gibi fışkırsın." Nefesin özü olan pranayı algılamayı öğrendiğinde, sanki başın onunla doluymuş gibi kendini tanıt. Bunun için hiç bir çaba sarf etmene gerek yok.
Üçüncü gözün merkezinde olduğunda, sanki bir ağacın altında oturuyorsun da başından aşağı çiçekler yağıyormuş ya da gökyüzünün altında aniden bir buluttan yağmur yağıyormuş ya da şafak vakti bir yerde oturduğunda güneş uzaklaşırken ışınları senin üzerine yağıyormuş gibi başının en üst kısmından prananın özü üzerine yağar tanıt. Kendini onunla tanıştır. Bir an için seni kaplayarak üstüne yağar, başının en üst kısmından düşen ışığın izleyicisi olarak. Bu yağmur seni tazeler. Bu senin için yeniden doğmaktır. Yeniden doğarsın.

OSHO

4. SUTRA

NEFES TAMAMEN ÇIKTIĞINDA (YUKARI) VE KENDİLİĞİNDEN DURDUĞUNDA (AŞAĞI) VE DURDUĞUNDA... BÖYLESİNE EVRENSEL BİR DURAKLAMADA, İNSANIN KÜÇÜK BENLİĞİ KAYBOLUR. BU YALNIZCA, SAF OLMAYANLAR İÇİN GÜÇTÜR.


Bu teknik uygulanamıyor. Ama bazen birden ona çarparsın. Araba kullanırsın ve birden kaza olacağını fark edersin. Nefes durur. O an nefes verdiysen nefes dışarıda kalır. Böyle bir durumda nefes alıp veremezsin. Buna gücün yetmez. Her şey sessiz duruyor, senden düşüyor:
"Nefes ya tamamen dışarıda ya da tamamen içeride ve kendiliğinden sessiz duruyorsa; böyle evrensel bir anda (yani arada) kendine ait olan küçük benlik yok olur."
"Küçük benlik" sadece günlük bir kullanım aracıdır. Kriz durumlarında bunu hatırlamazsın. Kimsin, adın ne, hesabın ne, prestijin ne... Bunların hepsi buharlaşıyor. Senin araban tam olarak başka bir arabanın üzerine gidiyor, bir an daha ve ölüm geldi bile. Bu an bir ara oluyor. Birden nefes sessiz kalıyor. O anda bilinçli kalırsan hedefe ulaşabilirsin.
Japonya'daki Zen keşişleri bu yöntemle çok deney yaptılar. O yüzden onların yöntemleri bize çok acayip, absürd, garip geliyor. Onlar en şaşılacak şeyleri yapıyorlar: Örneğin bir öğretmen birini evden atıyor. Ya da öğretmen birden hiçbir anlamı ve amacı olmadan, hiçbir sebep olmadan öğrenci dövüyor. Az önce öğretmenin yanında oturuyordun ve her şey iyiydi. Siz öyle sohbet ediyorsunuz ve birden o sana bir tane patlatıyor. O arayı oluşturmak için. Bir sebep olsaydı ara oluşmazdı. Öğretmenine hakaret etseydin ve bunun üzerine o sana vursaydı o zaman bir nedensellik olurdu.
Senin aklın şunu anlardı:"Ben onu gücendirdim, şimdi o bana vuruyor." Bu beklenen bir şeydi, o yüzden bir boşluk oluşmuyor. Ama unutma: Bir Zen öğreticisiysen onu gücendirdiğinde o sana vurmaz; o güler, çünkü o zaman onun gülüşü boşluğu oluşturur. Sen ona hakaret ettin ve ona bir sürü terbiyesi şeyler söyledin. Onun öfkeleneceğini düşündün. Fakat o gülmeye ya da dans etmeye başlıyor. Bu beklenen bir şey değil. Bu bir boşluk oluşturur. Sen bunu anlamazsın. Zihin anlamadığı şeyin karşısında şaşırır. Ve zihin sessiz durduğunda nefes de sessiz durur. Bu her iki taraf içinde geçerlidir: Nefes sessiz duruyorsa, zihin de sessiz durur; zihin sessiz durursa nefes de sessiz durur.
Sen öğretmeni beğendin, kendini iyi hissettin ve şöyle düşün:"Şimdi benden memnun olmalı" ve sonra o sopasını alır ve seni döver, hem de acımasızca, çünkü Zen ustaları acımasızdırlar. O seni döver ve sen ne olduğunu bilmezsin.
Düşüncen sessiz durur, bir ara vardır. Sen bunu kullanmayı bilirsen kendi benliğine doğru gidebilirsin. Seskste zihin arzu, şehvet doludur. Kirlilik... Zihin temiz olduğunda ve içinde bir arzu, bir arayış, bir motivasyon olmadığında- sen hiçbir yere gitmek istemiyorsun, burada ve şimdide kalmak istiyorsun, en küçük dalganın bile oynatmadığı suçsuzluğun bir gölü- o zaman nefes otomatik olarak biter. Artık ona ihtiyaç yoktur.
Bu yolla küçük benlik yok olur ve sen daha yüksek benliğe, en yüksek benliğe ulaşırsın.

OSHO

12 Mayıs 2012 Cumartesi

3. SUTRA

NE ZAMAN İÇERİ ALINAN NEFES İLE DIŞARI VERİLEN NEFES KARIŞSA, O ANDA ENERJİSİZ, ENERJİ DOLU MERKEZE DOKUN.

Biz, orta noktada ve çevrede, merkezde bölünürüz. Beden çevredir. Bedeni biliriz, çevreyi biliriz. dış yüzeyi biliriz, ama orta noktanın nerede olduğunu bilmeyiz. Verilen nefes alınan nefesle birleştiğinde, ikisi bir olduğunda, alınan ve verilen nefesin ne olduğuna artık karar veremediğinde, nefesin içeri mi, yoksa dışarı mı çıktığını belirlemek ve onaylamak zorlaştığında, nefes tam olarak içeride olduğunda ve dışarı çıkmaya başladığında orada birleşme anı vardır. O ne içeri ne de dışarı gider. Nefes statiktir. Dışarı çıktığında dinamiktir; içeri girdiğinde de dinamiktir. Bunlardan ikisi de olmadığında, hareket etmediğinde, hareketsiz olduğunda; işte o zaman merkeze yakınsındır. Alınan ve verilen nefesin birleşme noktası senin merkezindir.
Şimdi şöyle bir bakalım Nefes içeri girdiğinde, nereye gider? Senin merkezine gider. Dışarı çıkmak istediğinde nereden çıkar? Senin merkezinden çıkar.
Merkezine dokunulmalıdır. Bu yüzden taoist ve Zen mistikler, merkezimizin başımız değil, göbeğimiz olduğunu söylerler. Nefes, göbeğin içine gider ve oradan dışarı çıkar. Nefes merkeze gider.
Bedenini tanıyorsun, ama merkezinin nerede olduğunu bilmiyorsun. Nefes sürekli merkeze gider ve oradan çıkar. Ama biz yeterince derin nefes almıyoruz, bu yüzden nefes gerçekten merkeze gitmiyor. Hem de hiç. Bu yüzden herkes kendini merkezden yoksun hisseder, hiç kimsenin merkezi yoktur.
Düşünmeye başlayan bütün modern insanlarda merkezden yoksun olma hissi vardır.
Uyuyan bir çocuğu ele alalım. Onun nefesini gözlemle. Nefes içeri gelir, alt beden yükselir. Göğüs sabit kalır. Nefes içeri girer ve alt beden yükselir, nefes dışarı çıkar, alt beden alçalır ve hareket eder. Çocuklar merkezlerindedir; orta noktalarındadır.

OSHO