31 Mayıs 2012 Perşembe

9. SUTRA


ÖLÜ GİBİ UZAN. GAZAPLA DOLMUŞKEN, ÖYLE KAL. YA DA KİRPİĞİNİ BİLE OYNATMADAN BAK. YA DA BİR ŞEY EM VE EMİŞ OL.


Bir ölü gibi uzan. Bunu dene: Aniden ölüsün. Bedenini bırak! Hareket ettirme: İşte bir ölüsün. Kendine ölü olduğunu söyle. Bedenini hareket ettiremezsin, gözlerini oynatamazsın, ağlayamazsın, bağıramazsın, hiçbir şey yapamazsın. Tam olarak bir ölüsün. Şimdi nasıl hissettiğine bak. Ama kesinlikle hile yapmamalısın. Kendini kandırman mümkündür ancak bunu yapmamalısın. Üzerine bir sinek konduğunda bir ölü gibi davranmalısın. Bu en çok ihtiyaç duyulan tekniktir, kesinlikle en çok ihtiyaç duyulan teknik. 
Sutra şöyle der: Çok öfkeli bir şekilde öylece bekle, kendine kızdığında, öyle kal. Acıktığında susadığında, öyle kal. Sen bir ölüsün ve hiçbir şey yapamazsın, öylece bekle. O an hangi duygular içinde olursa olsun, bedenin ölü ve sen hiçbir şey yapamazsın; bu yüzden öylece kal. Bu kelimeler gerçekten harikadır. Birkaç dakika boyunca öylece bekleyebilirsen, aniden her şeyin değiştiğini hissedebilirsin. Ama biz duramaz, hareket etmeye çalışırız. İçinde bir duygu uyandığında hemen bedenin hareket eder. Bu yüzden buna duygu denir. Çünkü bedenini harekete geçirir. Kendini bir ölü gibi hisset ve hiçbir duygunun bedenini hareket ettirmesine izin verme. Onun orda olmasına izin ver, ama sen öylece kal, hareketsiz ve ölü. Ne olursa olsun, hiçbir hareket yok. Öylece kal! Hareket yok!
Ya da gözünü kırpmadan bak. Gözünü kırpmadan bakma tekniği Meher Baba'ya ait bir teknikti. Yıllar boyunca sadece yatak örtüsüne bakmıştır, yıllar boyunca tıpkı bir ölü gibi gözünü bile kırpmadan, gözlerini hiç kırpırdatmadan. Yıllarca öylece yatmıştır. Gözlerin bakmasına izin vermek güzeldir, çünkü kişi yeniden üçüncü göze odaklanabilir. Bir kez üçüncü göze odaklanırsan, istesen bile gözlerini kırpamazsın. Göz kapakları bakacaktır.
Meher Baba bu şekilde aydınlanmıştır ve bizler de böylesi önemsiz tekniklerin nasıl mümkün olduğunu merak etmişizdir. Ama o üç yıl boyunca hiçbir şey yapmadan sadece yatak örtüsüne baktı. Üç yıl oldukça uzun bir zaman. Bunu üç dakika için yap; o zaman sanki üç yıl kadar sürdüğünü hissedeceksin. O üç dakika bize o kadar uzun gelecektir ki, sanki zaman ilerlemiyor, saat işlemiyor gibi.
Sutra arkalarda durmamanı söyler; bir şeyleri emmeni ya da emiş'in kendi olmanı. Bunu her şeyle deneyebilirsin. Koştuğun zaman, koşma eylemi ol, koşan kişi olma. Koşma ol, koşan kişiyi unut. Koşan bir kişi olmadığını, sadece koşma süreci olduğunu hisset. Sen o süreçsin, koşma eyleminin benzer sürecisin ve içeride kimse yok. İçerisi çok sessiz ve orada sadece süreç var.

OSHO

26 Mayıs 2012 Cumartesi

JIN SHIN JYUTSU

YENİDEN HATIRLANAN UNUTULMUŞ BİR SANAT




Jin Shin Jyutsu, Yaratıcı'nın Şefkatli İnsan Aracılığıyla Uygulanan Sanatı şeklinde çevrilebilir. Bu sözcükler ile tanımlanan Jin Shin Jyutsu, hepimizin özünde bulunan doğal bir yeteneğe, kendimizi akort etme yeteneğimize dayanır. Binlerce yıl boyunca, eski insanlar bu yeteneğe ilişkin farkındalığı hem kendilerini iyileştirmek hem de başkalarına şifa vermek amacıyla kullandılar. Ama kuşaktan kuşağa aktarılan farkındalık giderek zayıfladı ve sonunda tamamen ortadan kayboldu. 20. yüzyılın başlarında Jiro Murai isminde bir Japon bilgesi tarafından, -biraz da zorunlulukların dayatması yüzünden- yeniden su yüzüne çıkarıldı. 

Jiro Murai 1886'da, İshikawa idari bölgesindeki Taiseimura'da (bugünkü Kaga) doğdu. Murai, ailenin ikinci çocuğuydu. Jiro'nun babası, kendi babası ve neredeyse bütün ataları gibi bir tıp doktoruydu. Japon geleneklerine göre en büyük oğul baba mesleğini devam ettirmek zorunda olduğundan, Jiro kendi yolunu çizmekte özgür kaldı. Hayata ipekböceği yetiştiricisi olarak atıldı fakat umursamaz doğası ve yeme içmeye aşırı düşkünlüğü onu başka bir alana kaydırdı. Katıldığı yemek yeme yarışmalarında tükettiği devasa miktarlar karşılığında nakit ödüller kazanmaya başladı. 26 yaşına geldiğinde artık ağır bir biçimde hastaydı. Birçok doktor tarafından tedavi edilmeye çalışıldı ama hastalığı hızla ilerlemeye devam etti. En sonunda umutsuz vaka  olarak kabul edildi ve tedavisine son verildi. Murai son arzusu olarak ailesinden, sedye ile dağdaki kulübelerine götürülmeyi ve orada 7 gün boyunca yalnız bırakılmayı istedi. 8. gün geri gelip onu alacaklardı.

Jiro Murai kulübede oruç tuttu, meditasyon yaptı ve çeşitli parmak mudraları uyguladı. Bu süre boyunca bilinci gidip geliyor, sık sık kendisinden geçiyordu. Fizik bedeni giderek soğumaktaydı. Yedinci gün birden bire derin soğutucudan çıkarılıp harlı bir ocağa atılmış gibi hissetti kendini. Cehennem ateşi yatışmaya başladığında müthiş bir sükunet ve iç huzuru kapladı Murai'yi. Şaşkınlıkla fark etti ki, tamamiyle iyileşmişti. Dizlerinin üstüne kapandı, şükranlarını sundu ve hayatını şifa çalışmalarına adadı.

ALICE BURMEISTER-TIM MONTE

25 Mayıs 2012 Cuma

40 GÜNLÜK BEREKET PLANI


40 günlük Bereket Planı'na başlarken ilk önce aşağıdaki paragrafı o günün tarihi ile okuyun (ya da yazın). Ardından sırayla bir maddeyi +'er kere okuyun. Yani, ilk gün ilk paragrafı ve birinci maddeyi 4 kez okuyacaksınız. 11. gün ilk paragrafı ve ilk maddeyi 4 kez okuyacaksınız, bu şekilde devam edip toplamda ilk paragrafı 40 kez, 10 maddeyi de 4 tur 4'er kez okuyup 40 günü bitireceksiniz.

Bugün...(gün-ay-yıl-haftanın günü) paranın kaynağım ve desteğim olduğuna inanmayı bırakıyorum. Artık yaşamımdaki tek otoritenin ve yaratıcı gücün içimdeki bilge olduğunu onaylıyor ve kabul ediyorum. Şu anda koşulsuz ve sınırsız bolluk bereketine inanıyor, böylelikle ihtiyaçlarımın gerçek kaynağı ile aramdaki bağı güçlendiriyorum. Her birimizin yaşayan, bedenlenmiş ruhsal varlıklar olduğumuzu ve mükemmel gerçeği yaratıyor olduğumuzu kabul ediyorum ve bu gerçeği hatırlayarak kendi gücümü onaylıyorum. Ölümlü illüzyonun bizlerin büyümesi ve gelişmesi için yaratılmış olduğunu görüyor ve bu farkındalıkla kendi gücümü ve içimdeki sınırsız bolluk ve bereket enerjisini onaylıyorum. Bugün insanlığımı onurlandırıyor, bir insan olmanın getirdiği tüm güzellikleri ve neşeyi kabul ediyorum. Ben Tanrı'nın beni yarattığı gibi, bedenlenmiş mükemmel bir ruhsal varlığım. Özüm, kaynağım ve desteğim Tanrı'nın uzantısı olan içimdeki yaratıcı güç, içimdeki bilge. Bunu biliyor, kabul ediyor ve onaylıyorum.

1. Tanrı sınırsız. Bol. O evrensel, her yerde ve her zaman var olan sınırsız ve zengin madde. Bu sürekli var olan ve veren sınırsız bereket kaynağı "ben" olarak bireyselleştirilmiş, biçimlendirilmiş. Benim gerçeğim bu.

2. Zihnimi ve kalbimi içimdeki evrensel bilinç "ben bilinci"nin tüm iyiliklerin ve güzelliklerin tek kaynağı ve maddesi olduğunun farkına varmak, anlamak, bilmek ve olmak için tamamen açıyorum.

3. İçimdeki varlığın bolluk ve bereket enerjim olduğunun farkındayım. Sınırsız bolluk ve bereket bilincinin sürekli akışının farkındayım. Farkındalığım bu bilinç sayesinde gerçeğin ışığıyla doldu.

4. Tanrısal varlığımın, içimdeki bilgenin tek kaynağım olduğunun farkındalığı içerisinde zihnime ve doğal duygularıma yüksek bilincin maddesini akıtıyorum. Bu madde benim kaynağım. İçimdeki Tanrısal varlığa olan farkındalığım benim gerçek kaynağım.

5. Para benim kaynağım değil. Hiç kimse, yer ve durum benim kaynağım değil. İçimdeki evrensel bilincin sürekli var ediciliği ve yaratıcılığına olan farkındalığım sınırsız, böylece kaynağım sınırsız.

6. İçimdeki kaynak, ihtiyaçlarıma ve arzularıma göre sürekli ve devamlı olarak şekilleniyor ve yeni tecrübeler yaratıyor. Ve hareket halindeki kaynak kanunlarına göre herhangi bir ihtiyacım ve karşılanmamış bir arzum olması mümkün değil.

7. Evrensel bilinç olan "ben bilinci" gerçek doğası olan bereketi sürekli olarak ifade ediyor. Bu onun sorumluluğu, benim değil. Benim tek sorumluluğum bu gerçeğin farkında olmak. Bu yüzden kendimi tamamen rahat bırakmaya ve Tanrı'nın yaşamımdaki ve tüm ilişkilerimdeki tatminkar bereket enerjisi olarak oluşmasına izin vermeye kesinlikle kararlıyım.

8. İçimdeki yüksek bilincin sınırsız kaynağım olduğuna dair farkındalığım kaybettiğim yılları geri getirmeye, yaşamımdaki her şeyi yenilemeye ve beni bol bereket enerjisinin yüksek yoluna yükseltmeye yeterli. Yüksek bilincime olan bu farkındalık, anlayış ve bilgi yaşamımda arzulayabileceğim tüm şekil ve tecrübelerde var oluyor.

9. İçimdeki Tanrısal varlığımın farkında olduğumda tamamen tatminkarım. Bu gerçeğin şu anda farkındayım. Yaşamın sırrını buldum ve evrensel bereket enerjisinin yaşamımda ebediyen var olduğu bilinci ile rahatlıyorum. Tek yapmam gereken evrensel enerji bilincime bana kolayca, rahatça, hiçbir şeye ihtiyacı olmadan akan yaratıcı enerjinin akışının, vibrasyonunun farkında olmak. Şu an farkındayım. Şu an akıştayım.

10. Zihnimi ve düşüncelerimi "bu dünyada'dan" uzaklaştırıyorum ve tüm dikkatimi yaşamımdaki bolluğun tek yaratıcısı olan içimdeki Tanrı'ya yönlendiriyorum. İçsel varlığımın finansal ilişkilerimdeki tek akış olduğunu, gözle görülen her şeyin tek maddesi olduğunu görüyor ve kabul ediyorum. Yaşam kaderimi içimdeki bereket kanunlarının akışına teslim ediyorum.

24 Mayıs 2012 Perşembe

8. SUTRA

BÜYÜK BİR ADANMIŞLIK İLE, İKİ NEFESİN BİRLEŞİMİNE ODAKLAN VE BİLENİ BİL.


Hızla dışarı verilen nefesin, içeri alınan nefese dönüştüğü bir bağlantı noktası vardır. Her iki değişim noktasında sadece küçük bir fark bulunur. Bu, teknik için küçük bir farktır; bizim için değil. Sadece tek bir koşul eklenecektir. "Büyük adanmışlık..." İşte burada tüm teknik değişir. İlk başlarda bir özveriden söz edilmezdi; bu sadece bilimsel bir yöntemdi. Onu kullanırsın ve işe yarar. Ama bazı insanlar vardır ki; oldukça can sıkıcı, bilimsel yöntemlere izin vermeyen, kalpleri ile düşünen, bağımlı oldukları dünyayı dinleyen... Onlar için bu  kolay değişim düşünülmüştür: "Büyük adanmışlık ile, iki nefesin birleşimine odaklan ve bileni bil."
Bir bilimadamı değilsen ya da bir bilimadamı gibi düşünemiyorsan o zaman bunu büyük adanmışlıkla dene. Güçlü bir duygu ile, sevgi ile, güven ile... Nefesin her iki birleşme noktasına odaklan ve bileni bil. Ama nasıl? Kendini herhangi biri yerine koyabilirsin. Bir Krişna ya da bir İsa. Peki, ya kendine olan bağlılığın, bu birleşme noktalarına olan bağlılığın? İşte burada bağlanılamayacak bir obje ortaya çıkar. Ama o oraya bağlanır. 
Tantra bedenin bir mabet olduğunu söyler. Bedenin tanrısallığın mabedidir, tanrısallığın yaşadığı yerdir; bedenine bir obje gibi davranma. O kutsaldır, o yücedir. Nefes aldığında, nefes alan sadece sen değilsindir; içindeki tanrı da nefes alır. Yemek yersin, hareket edersin, bir yerlere gidersin. Bunu bir de şöyle düşün: O sen değilsin, o senin içinde hareket eden tanrı. İşte şimdi bu tamamen bir bağlılığa dönüşecek. Birçok bilgenin  bedenlerini sevdikleri bilinir. Bedenleri ile arkadaşlık ederler, Tıpkı sevgilileriymiş gibi.
Bedenini sevebilirsin ya da onu bir mekanizma gibi görebilirsin. Onu suçlayıp, sanki kirli bir şeymiş gibi günahlar yükleyebilirsin. Ama aynı zamanda ona tanrısallığın yaşadığı ülke ya da bir mucizeymiş gibi de davranabilirsin. Bu tamamen sana bağlıdır.
Bedenini bir mabet gibi görebilirsen bu teknik senin için uygundur. "Büyük adanmışlık..."
Bunu dene. Yemek yerken bunu dene. Yemek yediğini düşünme, içindeki tanrısallığın yemek yediğini düşün. O zaman aradaki farkı görürsün Aynı şeyi yersin, Sen aynı şeysin. Ama bir an için her şey birden değişir: Tanrı'ya yiyecek bir şeyler verirsin ya da ona banyo yaptırırsın... Sıradan ve basit şeyler... Ama farklı açıdan bak; içindeki tanrısallığa banyo yaptırdığını hisset. O zaman bu teknik kolaylaşır.

OSHO

7. SUTRA

ELLE DOKUNULMAZ NEFES ALNIN ORTASINDAYKEN, BU UYKU ANINDA YÜREĞE ULAŞIRKEN, İDAREN DÜŞLERİN VE ÖLÜMÜN ÜZERİNDE OLSUN.


Bu tekniği üç adımla anla. Öncelikle hissedilmeyen, belirgin olmayan, maddesel olmayan bir parçan olan nefesindeki pranayı algılamayı öğrenmek zorundasın. Bu, dikkatini kaşlarının arasına doğru yönelttiğinde olur. Bu nedenle kolaydır. Hatta dikkatini boşluğa verdiğinde bile olur, ancak o zaman o kadar kolay değildir. Nefesin içeride temas ettiği yer olan göbek merkezini, nefes dışarı çıkmadan önce bilinçli olarak hareket ettirdiğinde de bu mümkündür, ancak bu da o kadar kolay değildir. Nefesteki belirgin olmayan elementi algılamanın en kolay noktası üçüncü göze odaklanmaktır.
Bu tekniği uykuya daldığında çalışmalısın: Sadece o an, kesinlikle başka bir zaman değil. Bu teknik için doğru olan zaman budur. Yavaş yavaş uykuya dalarsın ve yavaşca uyku bastırır. Kısa bir an içinde bilincini kaybedersin ve algılama sona erer. Bu an gelmeden önce; Nefesine ve özü olan pranaya dikkat et ve sanki kalbine gidiyormuş gibi onu hisset.
Kalbine gittiğini ve her an daha da yaklaştığını hisset. Prananın kalbine gittiğini hisset ve bunu yaparken de uykunun gelmesini sağla. Bu şekilde hissetmeye devam et, uykunun gelmesini sağla ve sonra da onun içinde boğul.
Uyuduğun hissine kapıldığın sırada belirgin olmayan nefesin kalbine gittiğini hissettiğin zaman, rüyalarında bilinçli olacaksın. Rüya gördüğünü bileceksin. Alışılageldiği üzere bizler rüya gördüğümüzü bilmeyiz. Rüya gördüğünde bunu gerçek zannedersin. İşte bu da üçüncü gözde olur.
Ama neden rüyalarının efendisi olmayasın? Bu gereksiz midir? Hayır, bu gereksiz değildir. Bir kere gerçekten rüyalarının efendisi oldun mu, bir daha rüya görmezsin. Çünkü o zaman saçma olur. Artık gerekli değildir. Ve artık rüya görmediğinde, uykunun tamamen farklı bir niteliği olur; yani ölümün niteliği. Artık rüyalar olmadığı zaman, denizde kolayca boğulursun; derinliklerinin arasından geçersin. Ölümde de bu böyledir. Bu nedenle Hintliler uykunun kısa bir ölüm; ölümünde uzun bir uyku olduğunu söylerler. Her ikisinin de niteliği aynıdır. Uyku, bir günden diğerine kadar süren bir ölümdür. Ölüm ise bir yaşamdan diğerine kadar süren bir fenomen, bir uykudur. Rüyasız uykunun ne olduğunu anladığın ve bunu bilinçli olarak yaşadığın zaman ölüm korkusu diye bir şey kalmaz. Hiç kimse hiçbir zaman ölmez, hiç kimse ölemez: Bu tek imkansızlıktır.
Bu nedenle sutra şöyle der:"...idaren düşlerin ve ölümün üzerinde olsun!" Artık ölümün sadece uzun bir uyku olduğunu biliyorsun. Bu sana hem yardımcı olur hem de güzeldir, çünkü o sana yeni bir yaşam verir. O her şeyi tazeleyerek verir. Ölüm sadece senin için sona erer. Eğer bir şey rüyalarla olmuşsa, ölümle de olmuş demektir.
Ama bu ölüme karşı bir iktidar ya da krallık kazanmak anlamına gelmez. Ölümün sadece bir uyku olduğunu anladığında onu yönetebileceksin. Rüyalarını yönetebilirsen, ölümü de yönetebilirsin. İşte o zaman yeniden doğacağın yeri, kim olacağını, ne zaman olacağını, nasıl olacağını seçebilirsin. Böylece doğumunun da efendisi olabilirsin.

OSHO

18 Mayıs 2012 Cuma

MASLOW TEORİSİ




Maslow teorisinin ve ya ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, ABD'li psikolog Abraham MASLOW tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha "üst ihtiyaçlar"ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir.
Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisinde bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.

Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.

1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, cinsel yakınlık)
3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma,     gerçeklerin kabulü)

Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.

Belirli kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.

Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, Bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

6. SUTRA

DÜNYEVİ EYLEM İÇİNDEYKEN, DİKKATİN İKİ NEFES ARASINDA OLSUN; BUNU UYGULAYARAK, BİR KAÇ GÜN İÇİNDE YENİDEN DOĞARSIN.



Nefes alışına dikkat etme; dikkatini iki nefes arasına ver. Bir nefes içeri girer; geri dönmeden önce, dışarı verilmeden önce bir boşluk oluşur, bir duraklama. Bir nefes dışarı çıkar ve yeni bir tanesi içeri gelmeden önce, bir boşluk...
"Dünyevi eylem içindeyken, dikkatin iki nefes arasında olsun; bunu uygulayarak, birkaç gün içinde yeniden doğarsın." Ama bu durmaksızın yapılmalı! Altıncı teknik ara verilmeden yapılmalı. Bu nedenle buna özellikle dikkat et: "Dünyevi eylem içindeyken..." Her zaman yaptığın bir şeyde dikkatini iki nefesin arasındaki boşluğa ver; ama bu sen başka bir işle uğraşırken yapılmalıdır. Bu alıştırmayı başka bir şeyle uğraşırken yapmalısın. Yemek yerken örneğin, yemeğini ye ama boşluğa dikkat et.
Uyumaya gidiyorsun. Uzan ve uykunun gelmesini bekle; ama boşluğa dikkat etmeyi unutma. Neden bir işle uğraşırken? Çünkü iş dikkatini başka bir yöne çeker. İş sürekli olarak dikkat ister. ama sen dikkatinin başka bir yöne çekilmesine izin verme. Boşluğa bağlı kal, ama diğer yaptığın şeyi de bitirme. Devam etmesine izin ver.
İki aşamada yaşayacaksın. Yapmak ve olmak. Bizim iki tane varoluş aşamamız var: Yapma dünyası ve olma dünyası, çevre ve merkez. Bir yandan çevrede bir şeyler yap ve orada kal. ama orta nokta da çalışmaya devam et. Ne olacak? Sanki bir rolü canlandırıyormuşsun gibi işin tiyatro yapmak olacak.
Bir sahnede bir rol oynarsın. Tanrı Ram'ı* canlandırırsın ya da İsa'yı. Sanki sen İsa ya da Ram'mışsın gibi davranırsın, ama yine de kendin olarak kalırsın. Gerçekten kim olduğunu bilirsin. Dışarıdan bakıldığında Ram, İsa ya da herhangi birini canlandırırsın. Ram olmadığını bilirsin, sadece onu oynuyorsundur. Bir yandan yaptığın iş devam ederken, bilincin senin içinde bir yerde odaklanmıştır.
Bu yöntemi çalıştığında, yaşamın sürekli olarak bir tiyatroya dönüşecek. Rolünü oynayan bir oyuncu olacaksın, ama her zaman boşluk odaklı kalacaksın. Boşluğu unuttuğunda artık rolünü oynamazsın; o zaman rolün sen olursun. O zaman bu artık bir tiyatro değildir. Bunu yaşamınla değiştirdin. Ve bu tam olarak bizim yaptığımız şey. Herkes yaşamı yaşamaya inanır. Bu bir yaşam değildir; Bu sadece bir roldür, bir sahne oyunu; toplum tarafından bize verilen, koşulların, kültürün, geleneklerin, ülkenin, konumun bize verdiği bir rol. Sana bir rol verilir ve sen onu oynarsın; ama onu kendinle özdeşleştirirsin. Bu özdeşleştirmeyi yok etmek için yapılması gereken şey: Teknik!
Nefes alışının arasındaki boşluğa odaklanırsın ve yaşam devam eder; çevrede. Bilincin merkezde olduğunda, yaşam gerçekten çevrede değildir; bu sadece ikincil bilinçtir. Her şey sadece dikkatinin etrafında bir yerlerde meydana gelir. Bunu hisseder ve bilirsin, ama bu doğru değildir. Bu sanki sana oluyor gibi değildir. Bir kez daha tekrar ediyorum: Altıncı tekniği çalıştığında, tüm yaşamın sanki onu sen değil de diğerleri yaşıyormuş gibi olacak.

*Hindu tanrısı... Maymun tanrı da denir ve "merhametlilerin babası","baş lider" anlamına gelir. Ram ve Şiva'nın bir zamanlar aynı ilah olduğuna inanılır.

OSHO

5. SUTRA

DİKKATİNİ KAŞLARININ ARASINA VER, BIRAK ZİHNİN DÜŞÜNCENDEN ÖNCE GELSİN. BIRAK BEDENİN NEFES ÖZÜ İLE DOLSUN VE BAŞININ ÜZERİNDE BİR IŞIK GİBİ FIŞKIRSIN.


Bu Pythagoras'ın insanlığın hizmetine sunduğu bir tekniktir. Pythagoras bunu Yunanistan'a getirmiştir. Ve bunu Batı ülkelerinin bütün mistiklerinin temeline, kaynağına getirmiştir. O, Batılı mistiklerin babasıdır.
Modern psikoloji, bilimsel araştırmalar gösteriyor ki; bedenin en gizemli bölgesi olan kaşların arasında bir bez bulunmaktadır. Epifiz bezi diye bilinen bu bez, Tibetliler'in üçüncü gözüdür. "Shivaneta", Şiva'nın gözü, tantrik göz. İki gözümüzün arasında bir göz daha vardır, ancak çalışır durumda değildir. Oradadır ve her an çalışmaya başlayabilir. Ama bu kendiliğinden olmaz, üçüncü gözün kendini açabilmesi için kişinin bir şeyler yapması gerekir. O kör değildir, sadece kapalıdır. Bu teknik üçüncü gözü açmalıdır.
Gözlerini kapa ve iki gözünü kaşlarının arasındaki orta noktaya çevir; sanki gözlerin açıkken bakıyormuşsun gibi kapalı gözünle orta noktaya bak. Bütün dikkatini buraya yönelt. Bu dikkatli olunması gereken en kolay yöntemlerden biridir. Bedenin başka hiçbir bölgesi dikkatin bu kadar kolay yönlendirilmesini sağlayamaz. Bu bez bilinçliliği diğer hiçbirinin yapamayacağı kadar arttırır.
Eski tantrik yazılarda üçüncü göz için besin uyanıklığı denir. O açtır. Çok, ama çok uzun yaşamlar boyunca hep açtır. Ona dikkatini gönderirsen, canlanır. Yaşamaya başlar. Besin olur. Dikkatin onun için besin olduğunu, dikkatinin o beze manyetik olarak yapışık olduğunu anladığın an, dikkatli olmak zor olmayacaktır. Kişi sadece doğru noktayı bilmeli. Gözlerini kapat, gözlerinin ortaya doğru gitmesine izin ver ve noktayı hisset. Noktaya yaklaştığında gözlerin aniden sabitleşecektir. Gözlerini hareket ettirmekte zorlanmaya başladığında, doğru noktaya yaklaştığını bilmelisin. "Dikkatini kaşlarının arasına ver..." Dikkatin bu noktasına erişildiğinde, ilk olarak çok nadir rastlanan bir fenomeni yaşayacaksın. İlk önce düşüncelerinin senden akıp gittiğini göreceksin; bir izleyici olacaksın. Tıpkı bir sinema perdesinin önündeymiş gibi: Düşünceler akar ve sen bir izleyici olursun. Dikkatin üçüncü gözün merkezine kitlenince, bir an için düşüncelerine tanıklık edersin.
Üçüncü gözün merkezinde kişi nefesin gerçek özünü algılayabilir; nefesi değil, aksine nefesin kendi özünü, pranayı. Ve kişi nefesin özü olan pranayı algılayabilirse, kişi çatlakların arasından yola doğru giden o noktaya ulaşır. Sutra şöyle der: "Bırak bedenin nefes özü ile dolsun ve başının üzerinde bir ışık gibi fışkırsın." Nefesin özü olan pranayı algılamayı öğrendiğinde, sanki başın onunla doluymuş gibi kendini tanıt. Bunun için hiç bir çaba sarf etmene gerek yok.
Üçüncü gözün merkezinde olduğunda, sanki bir ağacın altında oturuyorsun da başından aşağı çiçekler yağıyormuş ya da gökyüzünün altında aniden bir buluttan yağmur yağıyormuş ya da şafak vakti bir yerde oturduğunda güneş uzaklaşırken ışınları senin üzerine yağıyormuş gibi başının en üst kısmından prananın özü üzerine yağar tanıt. Kendini onunla tanıştır. Bir an için seni kaplayarak üstüne yağar, başının en üst kısmından düşen ışığın izleyicisi olarak. Bu yağmur seni tazeler. Bu senin için yeniden doğmaktır. Yeniden doğarsın.

OSHO

4. SUTRA

NEFES TAMAMEN ÇIKTIĞINDA (YUKARI) VE KENDİLİĞİNDEN DURDUĞUNDA (AŞAĞI) VE DURDUĞUNDA... BÖYLESİNE EVRENSEL BİR DURAKLAMADA, İNSANIN KÜÇÜK BENLİĞİ KAYBOLUR. BU YALNIZCA, SAF OLMAYANLAR İÇİN GÜÇTÜR.


Bu teknik uygulanamıyor. Ama bazen birden ona çarparsın. Araba kullanırsın ve birden kaza olacağını fark edersin. Nefes durur. O an nefes verdiysen nefes dışarıda kalır. Böyle bir durumda nefes alıp veremezsin. Buna gücün yetmez. Her şey sessiz duruyor, senden düşüyor:
"Nefes ya tamamen dışarıda ya da tamamen içeride ve kendiliğinden sessiz duruyorsa; böyle evrensel bir anda (yani arada) kendine ait olan küçük benlik yok olur."
"Küçük benlik" sadece günlük bir kullanım aracıdır. Kriz durumlarında bunu hatırlamazsın. Kimsin, adın ne, hesabın ne, prestijin ne... Bunların hepsi buharlaşıyor. Senin araban tam olarak başka bir arabanın üzerine gidiyor, bir an daha ve ölüm geldi bile. Bu an bir ara oluyor. Birden nefes sessiz kalıyor. O anda bilinçli kalırsan hedefe ulaşabilirsin.
Japonya'daki Zen keşişleri bu yöntemle çok deney yaptılar. O yüzden onların yöntemleri bize çok acayip, absürd, garip geliyor. Onlar en şaşılacak şeyleri yapıyorlar: Örneğin bir öğretmen birini evden atıyor. Ya da öğretmen birden hiçbir anlamı ve amacı olmadan, hiçbir sebep olmadan öğrenci dövüyor. Az önce öğretmenin yanında oturuyordun ve her şey iyiydi. Siz öyle sohbet ediyorsunuz ve birden o sana bir tane patlatıyor. O arayı oluşturmak için. Bir sebep olsaydı ara oluşmazdı. Öğretmenine hakaret etseydin ve bunun üzerine o sana vursaydı o zaman bir nedensellik olurdu.
Senin aklın şunu anlardı:"Ben onu gücendirdim, şimdi o bana vuruyor." Bu beklenen bir şeydi, o yüzden bir boşluk oluşmuyor. Ama unutma: Bir Zen öğreticisiysen onu gücendirdiğinde o sana vurmaz; o güler, çünkü o zaman onun gülüşü boşluğu oluşturur. Sen ona hakaret ettin ve ona bir sürü terbiyesi şeyler söyledin. Onun öfkeleneceğini düşündün. Fakat o gülmeye ya da dans etmeye başlıyor. Bu beklenen bir şey değil. Bu bir boşluk oluşturur. Sen bunu anlamazsın. Zihin anlamadığı şeyin karşısında şaşırır. Ve zihin sessiz durduğunda nefes de sessiz durur. Bu her iki taraf içinde geçerlidir: Nefes sessiz duruyorsa, zihin de sessiz durur; zihin sessiz durursa nefes de sessiz durur.
Sen öğretmeni beğendin, kendini iyi hissettin ve şöyle düşün:"Şimdi benden memnun olmalı" ve sonra o sopasını alır ve seni döver, hem de acımasızca, çünkü Zen ustaları acımasızdırlar. O seni döver ve sen ne olduğunu bilmezsin.
Düşüncen sessiz durur, bir ara vardır. Sen bunu kullanmayı bilirsen kendi benliğine doğru gidebilirsin. Seskste zihin arzu, şehvet doludur. Kirlilik... Zihin temiz olduğunda ve içinde bir arzu, bir arayış, bir motivasyon olmadığında- sen hiçbir yere gitmek istemiyorsun, burada ve şimdide kalmak istiyorsun, en küçük dalganın bile oynatmadığı suçsuzluğun bir gölü- o zaman nefes otomatik olarak biter. Artık ona ihtiyaç yoktur.
Bu yolla küçük benlik yok olur ve sen daha yüksek benliğe, en yüksek benliğe ulaşırsın.

OSHO

12 Mayıs 2012 Cumartesi

3. SUTRA

NE ZAMAN İÇERİ ALINAN NEFES İLE DIŞARI VERİLEN NEFES KARIŞSA, O ANDA ENERJİSİZ, ENERJİ DOLU MERKEZE DOKUN.

Biz, orta noktada ve çevrede, merkezde bölünürüz. Beden çevredir. Bedeni biliriz, çevreyi biliriz. dış yüzeyi biliriz, ama orta noktanın nerede olduğunu bilmeyiz. Verilen nefes alınan nefesle birleştiğinde, ikisi bir olduğunda, alınan ve verilen nefesin ne olduğuna artık karar veremediğinde, nefesin içeri mi, yoksa dışarı mı çıktığını belirlemek ve onaylamak zorlaştığında, nefes tam olarak içeride olduğunda ve dışarı çıkmaya başladığında orada birleşme anı vardır. O ne içeri ne de dışarı gider. Nefes statiktir. Dışarı çıktığında dinamiktir; içeri girdiğinde de dinamiktir. Bunlardan ikisi de olmadığında, hareket etmediğinde, hareketsiz olduğunda; işte o zaman merkeze yakınsındır. Alınan ve verilen nefesin birleşme noktası senin merkezindir.
Şimdi şöyle bir bakalım Nefes içeri girdiğinde, nereye gider? Senin merkezine gider. Dışarı çıkmak istediğinde nereden çıkar? Senin merkezinden çıkar.
Merkezine dokunulmalıdır. Bu yüzden taoist ve Zen mistikler, merkezimizin başımız değil, göbeğimiz olduğunu söylerler. Nefes, göbeğin içine gider ve oradan dışarı çıkar. Nefes merkeze gider.
Bedenini tanıyorsun, ama merkezinin nerede olduğunu bilmiyorsun. Nefes sürekli merkeze gider ve oradan çıkar. Ama biz yeterince derin nefes almıyoruz, bu yüzden nefes gerçekten merkeze gitmiyor. Hem de hiç. Bu yüzden herkes kendini merkezden yoksun hisseder, hiç kimsenin merkezi yoktur.
Düşünmeye başlayan bütün modern insanlarda merkezden yoksun olma hissi vardır.
Uyuyan bir çocuğu ele alalım. Onun nefesini gözlemle. Nefes içeri gelir, alt beden yükselir. Göğüs sabit kalır. Nefes içeri girer ve alt beden yükselir, nefes dışarı çıkar, alt beden alçalır ve hareket eder. Çocuklar merkezlerindedir; orta noktalarındadır.

OSHO

2. SUTRA

NEFES AŞAĞIDAN YUKARIYA DÖNDÜĞÜNDE VE SONRA YUKARIDAN AŞAĞIYA KIVRILDIĞINDA; BU İKİ DÖNÜŞTE, FARK ET!

Buradaki vurgulama boşluklarda değil, dönüş noktasındadır. Alınan ve verilen nefes bir çember oluşturur. Nefesin iki paralel çizgiden oluşmadığını unutmamalısınız. Biz burada iki paralel çizgiyi ifade ediyoruz; alınan ve verilen nefes. Bu uygun değil. Alınan nefes çemberin bir yarısı, verilen nefes ise diğer yarısıdır.
Bunu anlamak zorundasın. İlk olarak: Alınan nefes bir çember oluşturur, iki paralel çizgi değil; paralel çizgiler hiçbir yerde birleşmez. İkinci olarak: İçe çekilen nefes ve dışa verilen nefes iki nefes değildir, aksine tektir. İçe çekilen nefes dışa evrilir; içeride bir dönüş noktasına varmak zorundadır. Herhangi bir yerde dönmelidir. İçeri gelen nefesin dışarı çıkmaya başladığı bir noktaya varmak zorundadır.
Dönüş noktasına neden bu kadar fazla değinilmiştir? Şiva şöyle der:"Nefes aşağıdan yukarıya ve sonra yukarıdan aşağıya kıvrıldığında, bu her iki dönüş sayesinde fark et!" Oldukça basit, ama aslında çok fazla şey söylüyor: Dönüşün farkına var ve kendinin de farkına var... Neden dönüşte kendinin farkına varırsın? Araba kullanabilen, vitesin ne olduğunu bilir. Vitesi değiştirirken her zaman boş vitesle gitmek zorundasın; boş vites ise kesinlikle vites değildir.
Birinci vites ikinci vitese, ikinciden üçüncüye gitmek için her zaman boş vitesten geçmek zorundasın. Buradaki boş vites dönüş noktasıdır. Dönüş noktasında birinci vites ikinciye, ikinci vites üçüncüye geçer. Nefesin içeri girdiğinde ve sonra dışarı çıktığında ilk önce boş vitesten geçmek zorundadır; başka şekilde olmaz. Nefes nötr bir alanın içinden geçer. Bu nötr alanda sen ne bir bedenselsin ne de zihinsel, çünkü bedensellik tıpkı zihinsellik gibi varlığının bir vitesidir. Bu nötr viteste basitsin: Saf bir varlıksın; el değmemiş, basit, canlanmamış, zihinsiz bir formsun. Bu yüzden vurgu dönüş noktasındadır.
Bu dönüş noktaları neden bu kadar önemli? Bu dönüş noktaları önemli, çünkü nefes dönüş noktalarında bir başka yöne dönmene izin verir. İçeri geldiğinde seninle beraberdir; dışarı çıkarken de seninle beraber olacaktır. Ama dönüş noktasında seninle beraber değildir, sen de onunla değilsindir. Bu anda senden ayrılmıştır. Sen de ondan ayrısındır. Nefes yaşam ise o zaman sen şimdi ölüsün. Nefes beden ise o zaman şimdi sen bedeni olmayansın. Nefes zihin ise o zaman şimdi-o anda- sen zihni olmayansın.

OSHO

1. SUTRA

EY IŞIK SAÇAN; BU DENEYİM İKİ NEFES ARASINDA AYDINLANABİLİR. NEFES İÇERİ GİRDİKTEN SONRA DIŞARI ÇIKMADAN HEMEN ÖNCE; İYİLİK.


Nefes içeri girdiğinde, izle. Nefesin içeri girdiğinde gözlemle! Bir an ya da bir anın binlerce parçası, orada nefes yoktur: Yukarıya doğru hareket etmeden önce, dışarı çıkmadan önce. Nefes içeri girer, sonra öyle bir nokta gelir ve nefes hareketsiz kalır. Ardından nefes dışarı çıkar. Nefes dışarı çıktığında, tek bir an-ya da bir anın kırılma noktası-için hareketsiz kalır. Ve yeniden bir nefes alış. Nefes yöneldiğinde, içeri ya da dışarı, nefes alamadığın bir an gelir. Bu anda bir olay olasıdır., nefes almazsan bu dünya değilsindir. Bunu açıklığa kavuşturalım: Nefes almazsan ölüsün; yaşıyorsundur, ama ölüsündür de. O an o kadar kısa sürer ki, bunu hiç bir zaman fark etmezsin. Tantra'ya göre dışarıya çıkan her nefes bir ölümdür ve her yeni nefes alış bir doğuştur, verilen her nefes ölümdür. Verilen nefesle ölüm aynı anlamı taşır. Alınan her nefes de yaşamla aynı anlamı taşır. Her nefesle hem ölür hem de yeniden doğarsın. Aradaki boşluk çok kısa sürer, ama keskin ve kesin bir gözlem bu boşluğu bilinçli hale getirebilir. Bu boşluğu anlayabildiğinde- Şiva'nın dediğine göre iyilik açığa çıkar. O zaman başka hiçbir şey gerekli değildir. Kutsanırsın, tanınırsın: Olay gerçekleşir. 
Nefes çalışmaya ihtiyacın yok. Onu olduğu gibi bırak. Bir teknik nasıl bu kadar basit olabilir? Gerçekten basit görünüyor, öyle değil mi? Böylesine basit bir teknik kişiyi gerçeğe nasıl götürür?
Gerçeği bilmek şu demektir: Aldığın ve verdiğin nefesi bilebilirsin, ama aralarındaki boşluğu hiçbir zaman bilemezsin. Bunu dene. Aniden noktayı fark edeceksin. Ve onu bulabileceksin: O zaten orada. Hiçbir şeyin sana ya da yapına eklenmesine gerek yok. Her şey zaten orada, bilincin dışında. 
Nereden başlamalı? Öncelikle aldığın nefesi bileceksin. Onu gözlemle, diğer her şeyi unut ve aldığın nefesi gözle, sadece akışını. Nefes, burun deliklerine değdiğinde, onu orada dinle. Sonra nefesin akmasına izin ver. Nefesle bilinçli olarak hareket et. Nefesle beraber derinlere indiğinde topun üstünde dur. Dışarı çıkması için acele etme onun yerine geçme, sadece ona eşlik et. Bunun üzerine düşün, Hızlı koşma, bir gölge gibi izleme, bunun yerine onunla beraber git.
Nefes ve bilinç, ikisi adeta bir olmalıdır. Nefes içeri girer. Sen onunla beraber gidersin. İki nefes arasındaki o noktayı sadece o zaman yakalaman mümkündür. Bu kolay olmayacak. Nefesle beraber içeri gir, dışarı çık. İçeri, dışarı; içeri, dışarı... Buda her şeyden önce bunun üzerinde çalışmıştır. Ve bu Nedenle bu yöntem "Anapanasati Yoga" olarak adlandırılan budistik bir yöntem olarak bilinir. Buda'nın aydınlanması bu tekniğe dayanır. Yalnızca buna, Tüm Asya yüzyıllar boyunca bu tekniği tecrübe etmiş ve yaşamıştır. Tibet, Çin, Japonya, Burma, TayLand, Seylan, Hindistan dışındaki tüm Asya bu tekniğe özenmiştir. Yalnızca bu tekniğe! Binlerce, ama binlercesi bu şekilde aydınlanmayı bulmuşlardır. Bu nedenle bu teknik ilkin ilkidir.


OSHO

SUTRALAR

İçsel arayışın bilimi
Elimizin altında, içeriye doğru nasıl gidilebileceği üzerine 112 yöntem var, on bin yıldan beri uygulanan. Onlara eklenebilecek bir ek bile yok. İç arayışın bilimi tamamlandı. Sadece bu 112 yönteme bakmanız yeterli. Benim tecrübeme göre-ve birçok kişi de aynı tecrübeyi edindi- kişiye uygun olan yöntemle karşılaştığın anla birlikte içinde derinden bir şey coşmaya başlıyor. Sanki kalbinde bir şeye dokunulmuş gibi, sanki içinde belli bir çan çalıyormuş gibi.
Sadece bu 112 yöntemi bilmek, kullanmak yeterli. Senin kendi seyahatin olacak olan yöntemle karşılaştığında içinin en derinliklerinde hemen bir şey aydınlanır. O an için düşüncelerin sessiz kalır ve sen her hangi bir dış otoriteyi dinlemeden, kendi kalp çarpıntının bunu sana söylediğini bilirsin: " Bu şimdi benim yöntemim!" Ve sonra sen o yöntemle çalışmaya başladığında onun ne kadar heyecan verici ve ne kadar basit olduğunu, karmaşık olmadığını görürsün. Bil ki attığın her adım sayesinde ayakların yere daha sağlam basacak, daha fazla kök salacaksın, kendine artık sahte, yapmacık gelmeyeceksin. İlk defa gerçek olma, otantik duygusunu hissedeceksin. Ve bu yönteme ne kadar çok kapılırsan, mutluluk, hassasiyet duygusu o kadar çoğalır. Seni sevgi kaplar. Özel birine yönlenmeyen, kendini basitçe seven biri gibi hissedersin.
Ve varoluşun en içteki merkezine ulaştığında olağanüstü bir ışığın ve daha önce hiç duymadığın güzel bir kokunun patlaması gerçekleşir.

OSHO


2 Mayıs 2012 Çarşamba

BAŞMELEKLER VE YÜKSELMİŞ ÜSTADLAR



Başmelekler ve Yükselmiş Üstadlar enerjilerine uyumlanan herkes kullanım şekillerinden faydalanabilir.
Söz konusu uyumlamaların tam listesi şöyledir:

Başmelekler: Mikail, Cebrail, İsrafil (Rafael), Jophiel, Zadkiel.

Yükselmiş üstatlar: Buddha, Saint Germain, Kuthumi, Maitreya, Musa, İsa, Meryem, Kuan Yin, Saint Padre Pio, Serapis Bey, Sanat Kumara, Abundentia, Merlin.

Bir Başmelek ve Yükselmiş Üstad enerjisine uyumlandığınızda, o varlığın enerjisiyle hizalanmış, onun frekansına ayarlanmış olursunuz. Uyumlamaların her biri en az 15, en çok 25 dakika surer. Bu sure içinde, uyumlanmayı seçtiğiniz Başmelek ya daYükselmiş Üstat  ile bağlantınız güçlendirilir. Bu da, söz konusu varlık ile çalışmalarınızın ya da ona kanallık etme becerinizin artacağı anlamına gelir. Enerjilere duyarlıysanız, büyük ihtimalle enerjiye bağlanma, onunla çalışma ve ona kanallık yeteneğinizdeki bu gelişmeyi hissedersiniz. Burada uyumlamanın ardından neler yapabileceğinizle ilgili birkaç örnek;

Uzaktan şifa
Dokunarak şifa
Bitkisel karışımlar
Mumlar
Yağların yüklenmesi
Takılar
Enerji kutusu

TARAFIMDAN UYUMLAMASI YAPILMAKTADIR.